Ena Fili...
Bir öpücük diyor. Yalnızca bir öpücük istiyorum senden. Dudaklarına bunca zaman yapışıp kalan... Ah sevgilim. Bir öpücük...Sadece bir öpücük...
Kalabalıkların içinde yine bulacağım seni sokaklarda...Güzelliğin nerede ortaya çıkacağı belli olmaz... O nadir gördüğüm gülüşün... Belki uzaktan görüyorsun da beni... Ne bakıyorsun? Ne tutuyor seni bana sarılmak için? Kimse öldürmedi ki bizi, diyor...
Belki de ben böyle anlıyorum bu şarkıyı... Mono ena fili...
Haris Alexiou'yu dinlemenin böyle bir etkisi var. Aşkla, özlemle beklemenin sesi gibi kadın... Uzun yolculuklarda zeytin ağaçları arasından geçerken gün ışığıyla parlayan zeytin yaprakları arasında aşkın bir ışık görmeyi, ilahi bir aşk gibi sevmeyi tetikliyor. Sakız ağaçlarına konan mini mini kuşların cıvıltılı seslerinde bile ismini seslendiklerini duymak gibi... Sevdiğim bir yaz gibi...
Benim için yaz: tozlu yollarda terliklerle yürüyerek ayaklarını ilk suya soktuğunda akacak kadar toz biriktirmek, omuz başlarındaki ince tüylere yapışmış deniz tuzu, burnumun üzerindeki hafif güneş yanığı, denizin tuzundan kızarmış göz aklarımla ve tuzlu kirpiklerim arasından masmavi gökyüzündeki gün ışığına gözlerimi kısarak bakmak...
Çakıl taşlarında, benim hakkımda hiçbir fikri olmayan doğanın kucağına, suyun görünmez şefkatli kollarına kendimi bırakmak..Evren'e güvenmek. Otostop çeker gibi bilmediğim bir yola çıkmak; güzel insanlarla karşılaşmak, bir daha karşılaşmayacak olsak bile ömür boyu hafızada tutacak hikayeler kurmak;
yarısı kırık ahşap iskemlelerde rastgele bağdaş kurup oturup teki çıkmış terliğimle, hesapsız, kitapsız, gülümseyerek, güzel kızarmış bir dilim ekmeği, daha sıcağı üstündeyken, çoban salatanın sirkeli-limonlu-zeytinyağlı suyuna batırmak, batırdığım ekmeğe bakarken, çocuğum bile olsa isteye isteye veremeyecek kadar iştahı hissetmek...
Dolunayın amber ışığında ve doğuşunda dalgaların sesini dinlemek, ele ele tutuşan sevgilileri düşünmek, kumlarda kaçamak yapıp ayaklarına deniz suyu değe değe öpüşenlerin tutkusunun yalnızca, o anda olup aynı zamanda Ay şahirliğinde sonsuzluğa eriştiğine inanmak... Sevmek, çok sevmek...
Fakat bu başka bir ruh. Fakatları, amaları ve ancakları hiç sevmesem de durum bu. Bu ruhumu öldürmek zorunda kaldım. Çok önce. İçimden çıkıp gitti. Böyle ruhlar artık çok yaşamıyor; yaşatılmıyor da zaten. Arada hayaletini görüyorum; işte böyle bir şarkıyla ortaya çıkıp kendi içimden çıkan bu ruha sarılmak, beni kollarının arasına almasını usulca kabullenip onunla bir olup beni sonsuzluğa götürmesini istiyorum.
Oysa gerçekler öyle mi? Zeytin ağaçları cayır cayır yanıyor, yangınlarda o cıvıldayan kuşların yumurtaları kızgın ısıyla bir bir yanıyor, kaplumbağaların kabukları çatırdıyor, insanların ellerinde, kollarında yanıklar açılıyor, evler gidiyor, belki albümlerde büyüklerden kalma fotoğraflar yanıyor, evler, insanlar, hayvanlar hiç var olmamış gibi yanıp gidiyorlar...Yanmasa köklerinden sökülüp yerlerine koca koca çukurlar açılıp bu doymayan dünyayı doyurmak için.
Çakıl taşlarıyla dövüşen dalgaların sesleri, binlerce çocuğun bombalarla söndürülen kahkaları havaya asılı kalmış da denizle karaya vuruyormuşçasına zihnimde zonkluyor..
Binlerce taş, dere kenarlarında, deniz kenarlarında ölü bulunan çocuklarının terliklerinin teklerine dönüşüyor, güneşin kızgın ışıkları kum tanelerini akışkan bir kana dönüştürüyor. Yalnızca göz kapaklarımı usulca kapatıp için için ağlıyorum.
Ağaçlı yollarda akıp giderken yol kenarlarında, "kocaları", "sevgilileri", "hiç tanımadıkları" erkekler tarafından öldürülen kadınlar sokak lambaları gibi dizilmiş acıyla duruyor ve o yol hiç bitmiyor. Hiç bitmiyor... Başka bir yolda, yavruları katledilen anneler dizilmiş.. Yürüyor, yürüyorum. Bacaklarımdan ılık ılık acı akıyor. Yürüyorum ama hiç bir şeye çare olamıyorum.
Çağımızın illeti de bu.. Gerçeklik algısını yitirecek kadar çok felaketi, acıyı, kederi, özellikle de insan yapımı acıları sürekli dünyanın dört bir yanından izliyor ve görüyorken, dayanıklılığın sınanırken çaresiz hissetmek...Yokmuş gibi yapınca da garip hissetmek...Can çekişen kolektif bir yalnızlık hali gibi...
Sonsuz bir bekleyiş gibi, sıcakta da ortalık cayır cayır yanarken... Öyle işte... Bir öpücükle nereden nereye... Güzelliğin, bir gülüşün, nereden ortaya çıkacağı belli olmaz diye zorluyorum yine kendimi. Başka çare var mı?