2025 yılının Ocak ayının ilk haftasını geride bırakırken, 2024 yılıma geriye dönüp bakma ihtiyacı hissettim. Bu ihtiyacın temelinde insanın kendine mahsus tarihine yönelik çıkarımlarının da içinde bulunduğu yaş, coğrafya, toplum gibi bağlamı olduğuna inanmam yatıyor. Öte yandan, günümüzde günlük yaşamda kullandığımız Google photos, google maps, spotify gibi pek çok uygulamanın inanılmaz bir kişisel veri toplayarak yıl sonunda özetleri çıkarmasıyla, kendime dair farkındalığımın da bir düzey daha yukarı çıktığını hissetmem. Bununla birlikte, sosyolog olmaktan mütevellit verilerin toplanması, kodlanması, gruplanması gibi konulara aşinalık, insanın bireysel yaşantısına dair bakışında da bazen sistematik olmayı, somutlaştırma ve nesneleştirmeyi getirebiliyor. Bazen tatsız olabilecek bir durum ve insanın kendisine yabancılaşmasını arttıran bir pratik olmakla birlikte, zorluklarına karşın, geriye dönüp baktığımda "aaa bu yıl da böyle geçmişti" diyebileceğim bir resim çıkıyor ortaya.
Arzuların peşinden gitmek <- - - >Geçmişin bavuluyla yüzleşmek
2024 yılıma geri dönüp baktığımda iki temel öğe görüyorum. Hani kahve fallarında kalbin ikiye bölünmüş derler ya onun gibi. Sanki benliğimin bir yarısıyla uzun süredir arzuladıklarımın peşinden gittim. Gelişmek, somut bir şeyler ortaya koymak, kendimi gerçekleştirmek, geçimimi sağlamak gibi amaçlarla bedensel ve zihinsel çalştım, emek ve gayret gösterdim. Diğer yarısı ile de çokça zihinsel-duygusal bir emek verdim; belki yaşım itibariyle, belki içinde bulunduğum koşullar sorgulamalarımı tetiklediği için. Sebepleri ne olursa olsun, geçmişimle, çocukluktan bugüne uzanan, içi kâh hayal kırıklıklarıyla, kâh kalp kırıklıklarıyla dolu bir "cici kız"ın bavuluyla hesaplaştım; yüzleştim, kayıplarım için yas tutmaya çalıştım; beceremedim. Değiştirmek istedim; neyi nasıl değiştireceğimi bilemedim. Bir döngünün içinde tıpkı bir “vakıf” gibi yaşıyorken, herkesi iyi ve mutlu edeceğim derken kendime ne olduğunu anlamaya çalıştım. Pek de kolay olmadı; olmuyor.
Hem de bunu, hiç de güzel olmayan bir "şimdi" de yapmak zorunda kaldım. Bir çoğumuz gibi ülkeden ve dünyadan umudu kesmişken... Ne çocuğuna, ne gencine, ne de emeklisine, yaşlısına bir umut vadetmeyen bir toplumda. Yoksulluğun ve yoksunluğun arttığı, renklerin giderek azaldığı bir ortamda... Savaşı, dünyanın kötülerinin ve kötü iktidarların en çok da çocuklara, kadınlara, doğaya yaptığı zulmü derin bir üzüntüyle izleyip, söylemenin, yazmanın, öfkeyi ortaya koymanın da yetmediğini görmenin çaresizliğiyle...
Yani kendimle münasebetim bile salt kendimle olamadı. Derinleşmeye izin vermeyen yüzeysel yapısıyla sistem duyguları anahtar kelimeyle anlatmaya zorladı. İnsanları çeşitli sığ özellikleriyle tüketilecek birer nesneye indirgedi. Nezaket, tevazu, görgü, paylaşma, hakka ve emeğe saygı gösterme, adalet gibi kavramlar ve değerler anlamını birer birer kaybedip boş gösterenlere dönüştü. Ne yazık ki bu özelliklere sahip insanlar da "naif", "saf", zaman zaman bir hakaret ya da küçümseyici bir sıfatmış gibi kullanılarak "duygusal" ve hatta "ahmak" olarak adlandırıldılar ve arkaik oldular. Tüm bunların yanında, zorbalık, tehdit, şiddet, alaycılık, küçümseme ve terbiyesizlik toplumun her seviyesinde davranışsal, sözlü ve yazılı ortaya konup takdir gördü; üstünlük kurup tabi olanı daha da tabi kıldı. Bu da ister istemez bazılarımızda tüm bunlara dayanma ve baş etme stratejisi olarak nostaljiyi doğurdu.
2024’ün anahtar kelimesi Nostalji
2024'e ben de bir anahtar kelime atfedecek olsam bu "nostalji" olurdu. Fransızca kökenli nostalji kelimesinin sözlükçe belirlenen iki anlamından ilki: "Geçmişte kalan güzelliklere olan özlem duygusu ve bu duygunun baskın bir duruma gelmesi; geçmişseverlik, gündedün." bir diğer anlamı ise: "Değişime karşı duyulan korku sonucu geçmişe sığınma duygusu; geçmişseverlik, gündedün."
Nostaljinin popüler kültürdeki ve sosyal medya alanındaki yansımaları zannediyorum hepimiz için tanıdık. Örneğin 1980li, 1990lı yılların Türkiye'sinden yılbaşı kutlama programları, sanatçıların verdiği röportajlardan kesitler, benim de kendimi asla yapmaktan alıkoyamadığım yapay zekayla kendi fotoğrafınızdan yararlanarak, 20. yüzyılın farklı zaman ve moda dönemlerinin kıyafetlerine bürünmüş bedenlerde kendinizi görmek ve paylaşmak; eski şarkıların coverlanması, 1990'lar temalı partiler, "throw back" paylaşımlarla dönülen çocukluklar, retro kırtasiye malzemeleri, vintage kıyafetler, yeni üretim dizi, film gibi işlerde geçmişe ait öğelerin güzellenmesi; yapay zeka araçlarından yararlanılarak tarihi figürlerin "günümüzleştirilmesi" v.b.
İlginç bir şekilde "geleceği şekillendireceği" söylenen ve düşünme ve üretme süreçlerini radikal bir biçimde dönüştüren/dönüştürecek yapay zeka araçlarının sıradan insanın dünyasına, geleceği kurmak için değil de geçmişi geri getirmek veyahut yadetmek için kullanılması da manidar. Duyguların yüzeysel sözlerle ifade edildiği günümüzde, geçmişe yönelik akımların yeniden ziyaret edilmesi, görsel olarak ortaya konması, geçmişin renkli taraflarının süzgeçten geçirilmiş haliyle alınıp güzellemesinin bu denli baskın oluşu da…
Tüm bunlar şimdiki zamanda insanın kendi varlığı, yaşadığı dünyanın kendisine, kendisinin de dünyaya etkisi üzerine düşünme etkinliğini romantik, yüzeysel ve pasif bir yere çekip, bu etkinliğin dönüştürücü ve bazen yıkıcı/yapıcı olabilecek etkisinden de uzaklaştırıyor.
Yanlış anlaşılmasın burada kendime de çuvaldızı batırıyorum. Zira, yapay zekadan yararlanarak 1920ler flapper kızı da oldum, Viktoryen bir kontes de; geçmişi fotoğraflarla sürekli anmak zaten vazgeçilmezim. Üstelik bunlar olacak diye bir sürü enerji de harcandı, karbon emisyonları da arttı. Bu da yetmiyormuş gibi, tüm bunları yaparken bu ürettiklerimizle tarihsel gerçeklikleri de "distort" ediyoruz üstelik-gerçek anlamından da ya da bağlamından kopararak saptırıyoruz. Gelecekte ne gerçek ne AI üretimi belki anlamak daha güç hale gelecek.
Peki neden nostalji?
Kendi örneğimden hareket edecek olursam, benim bunları bu şekilde gözlemliyor olmamın arkasında ilkin bir yaş faktörü var. Malumunuz 40'ı geçtim. Şaka değil British Psychological Society'e göre yaş arttıkça daha nostaljik oluyoruz. Örneğin, 18-78 yaş aralığında 100 katılımcıyla yapılan çalışmada, beklendiği gibi yaş, günlük nostalji deneyimi üzerinde önemli bir belirleyici olmuş. Genç yetişkinler orta yaşlı bireylere kıyasla nostaljiye %60 daha az sıklıkla kapıldığını belirtmiş. Buna karşın yaşı kemale erenler orta yaşlı bireylerden üç katı daha fazla nostalji yaşadıklarını ifade etmiş. İzleyenleriniz vardır, Ters Yüz 2 filminde, başkahraman Riley, ergenliğe girdiğinde duyguları karışır; aşina olduğu duyguların yerini farklı duygular alır ve işlerin çığrından çıktığı bir noktada duygu komuta merkezinde "nostalji" belirir ve biri çıkıp, "ha sen, daha zamanın gelmedi. 40 yaşta gel" gibi bir şey söyler. Bu sahneyi izlerken sinemada kahkahayla güldüğümü anımsıyorum. Yani yaşlandıkça geçmişi daha sık anımsıyoruz. Bazen bir kokuyla, bazen bir fotoğrafla bazen de bir şarkıyla. Bu her zaman geçmiş olumlu duygular uyandıracak anlamına gelmiyor, olumsuz duygulanımlara da sebep olabiliyor. Özellikle de geçmişinizdeki kendinizin şimdinizdeki kendinizden daha mutlu olduğunu düşünüyorsanız. Bu yaş mevzusu cepte.
İkincisi, son 5-6 yıl içinde bir yurtiçi şehirlerarası göç, bir de 5 yıl sonra İstanbul içi taşınma yaşadım. Ev, mekânsal aidiyet duygularım sarsıldı. Mezun olduğum okulda çalışıyorum bu da nostalji hissinin yinelenmesine neden oluyor. Dolayısıyla mekânsal olarak da sürekli içinde bulunduğum mekanda bir başka mekanı anımsıyor ve karşılaştırıyorum. Gün içinde de zamansal/mekânsal zihinsel yolculuk ediyorum.
Bir de tabii kelimenin anlamında tariflendiği gibi, nostaljinin olmazsa olmazı geçmişe duyulan "özlem". Fakat tam olarak hangi geçmişi özlüyoruz? İşte burası karışık. Türkiye özelinde düşünecek olursak 23 yıldır değişmeyen siyasi iktidar, bunun sonucunda oluşan yozlaşma, bezginlik ve bıkkınlık sonucunda geleceğe dair umutsuzluğa kapılıp mutsuzluktan geçmişe sığınmayı istemek anlaşılır geliyor. Doğanın bu denli tahrip edilmediği, şiddetin bu kadar kanıksanmadığı, kentlerin bu denli betonlaşmadığı, tüketimin değil de üretimin halen pompalandığı, "yerli malı"nın olumlandığı ve üretildiği, insanın, hayvanın tahrip edilmediği, ortaya çıkan yolsuzlukların halen utanç kaynağı olduğu, insanların salak yerine konmadığı bir geçmiş... Yani en azından umulan, tahayyül edilen geçmiş de böyle bir geçmiş olmalı ki sığınmalı insan. Ancak oralara da girip çıktığında, senli benli olduğunda görüyorsun ki başka türden nahoşluklar var. Yani pirüpak bir geçmiş de yok. Aynı şey, mikro ölçekte düşündüğünde de geçerli. Belki elimize aldığımız “ne güzel günlerdi” diyerek baktığımız fotoğrafların çekildiği sıralarda da başka dertlerimiz vardı. O gülen yüzlerimizin ardındaki gölgeler, zaman içinde görünmez oldu.
Bekleme yapmadan ilerlemek lazım da, modernitenin teknolojik ve entelektüel açıdan gelişme sağlamakla birlikte yeni türden yabancılaşmalar, eşitsizlikler ve şiddetler doğurduğu; bu sebeple de insanlık için sanıldığı kadar ilerlemeci olmadığı da aşikâr. Olmayan geçmişlere (çoğul) öykünmek ve özlem duyup depresyona girmek mi? Şimdinin eziciliğiyle mücadele mi? Neyse canım, yormayayım sizi şimdi. Kişisel deneyimlerimle konuyu sulandırarak ve örneklendirerek ilerleyeyim.
Geçenlerde bir dostum, Mustafa Sandal'dan "İki tas çorba" vardı şarkısını gönderdi. Şarkının melodisinden, hafif hafif rahatlatmasından kendini iyi hissettirdiğinden ve ne kadar özlediğinden bahsetti. Tam o sıralarda spotify da yıllık özetimi çıkardığında bir baktım en çok dinlediklerim arasında Tarkan bir şekilde listeye girmiş. Hatta şaşırdım: "yok ya sponsorlu bu kesin, ben Tarkan dinelemedim ki bu yıl", dedim. Meğer dinlemişim. Ruhum "unutmamalı o güzel günleri" derken Tarkan dinlemiş olmalıyım. Sonra şöyle bir aydınlanma yaşadım ve hatta eşe dosta söyledim: "Kız farkında mısınız annemlerin biz çocukken Müzeyyen Senar'ı, Zeki Müren'i teypten, radyodan dinlemesi gibi biz de Musti'ye döndük iyi mi? Yani Musti'nin Tarkan'ın nostaljik bir öğe olması şöyle dursun; şarkı sözleri itibariyle geçmişe dair bir özlem yaratacak denli bizim tarafımızdan hafızamızda ciddiye alınmış olması komik geldi. Yani sanki Zeki Mürenmiş, Kemal Sunalmış, Barış Mançoymuş, Cem Karacaymış, Ajda Pekkan, Sezen Aksu bunların "nostalji"nin karakterleri olmaya hakkı var da Musti'yle Tarkan’ın yok. Neden? Çünkü benim nazarımda ben hala onları ilkokul 5. Sınıfta dinleyen kız, onlar da koca koca adamlar değil de genç popçular… Kendi kendime güldüm. Sonra baktım ki benim için annem Müzeyyen Senar'ı falan dinlerken o ne idiyse, kızım için de bir şekilde Tarkan o, Sezen Aksu o! Anneeemm dedim. Biz yaşlandık! Çocukluğumuzu geçirdiğimiz 1990'larda 1960'lar ne ifade ediyorduysa bizim çocuklara da 2020'lerden bakınca 1990'lar onu ifade ediyor. İşte yeni yıla girerken tam da bu psikolojideydim. Şimdi geriye bakıp da 2024'ümü özetleyeyim derken, bu psikolojimin aslında geride bıraktığım yıl boyunca da egemen olduğunu anladım.
Nostalji her zaman da kötü değil…


İstanbul gibi kaotik bir şehrin koşuşturmasında yaşamın ve doğanın estetiğini, bedenin doğayla ve "güzel" olanla ilişkisini görebilmek ve yaşayabilmek de belli düzeyde bir zaman, yalnızlık ve farkındalık gerektiriyor. Bir mekandan diğerine koştururken, çalışıyorken ve anneyken bin bir türlü zorluğuna karşın, aksatmamaya çalışarak flamenko kursuna gittiğim için, üstelik de iki ayrı gösteriyle sahnede olmanın özlemle anımsadığım lezzetini yeniden tattığım için başta kendime teşekkür ediyorum. Yalnızca bedenimi değil, zihnimi de bedensel hafızamı da zorladığım, tüm bunları yaparken, kurslara, çalışmalara geliş gidişlerde yol boyunca dinlediğim müziklerle kalbimin kırıklıklarına ince ince yeni çizikler attığım bir dönem oldu. Ancak yalnızca başıma kondurduğum çiçekler, çiçekli etekliklerimiz, balık pulunu andıran tabanlarıyla ayakkabılarımız değil, gözlerim de ışıldadı. Şükürler olsun. Bu duyguyu mümkün kılan başta hocamız Huriye Yapıcı olmak üzere birlikte dans ederken tanıştığım tüm kadınlara, ve kurslara devamımda özveriyle yanımda olan aileme teşekkür ederim. Bir arzu da, benim için özellikle de müzikleriyle ve yarattığı duygulanımla yıllarca bir dans dalından çok daha kapsamlı bir anlama sahip olan Kafkasya bölgesine ait danslarla yine 20 küsur yıl sonra yeniden sahnede olmaktı. En çok da kızımın görmesini istiyordum. Bir çocuk yetiştirirken, bir anne olarak kızım benim çocukluğumla tanışsaydı nasıl olurdu, onunla arkadaş olur muydu gibi sorularınız olabiliyor. Şimdinizde çok da yer bulamayan ama sizi bugüne getirdiğini düşündüğünüz bazı özelliklerinizi de çocuğunuz bilsin isteyebiliyorsunuz. Ya da genellemeyeyim. Ben istiyordum. Kısa da olsa bu arzumu gerçekleştirme şansına Zorlu Sahne Sanatları Merkezi'nde Eyüboğlu Müzik ve Dans Gecesi'nde sahip oldum. Hem de "Kafkas"ı öğrendiğim yerde, yıllar evvel giydiğim kostümümle, yıllarca aynı takımda dans ederek dansı ve bir grup olmayı birlikte öğrendiğimiz arkadaşım Emre ile, bu kez "mezun" olarak 23 yıl sonra görüşüp bir dansı ortaya koyarak... Buna vesile olan herkese çok teşekkür ederim.
Nostaljiye lüzum yok; geçmişim, şimdim, geleceğim sizsiniz...
Bu başlığın sahibi kimi çeyrek asrı aşan kimisi 20 yılı deviren dostluklarım. 2024 yılında da en büyük zenginliğim, yeri geldiğinde iskele babası gibi halatı doladıklarım onlar oldu. Bazen açık denizlerde tek başıma kalmam gerekse de biliyorum ki birbirimize limanız, iskeleyiz, iskele babasıyız… Teşekkür ederim varlığınıza…
Geçmişe yolculuk
Geçmişe yolculuk değil belki ama 2024 yılında yaptığımız seyahatlerin, duyguları canlandırması bakımından nostaljik bir etkisinin olduğunu söylemek mümkün… Gezdiğim tüm yerleri sıralamayacağım, denizler, dağlar, farklı mimari yapılar gördüm. Ama bu yıl kalbimde en çok yer eden yer, Yunanistan’ın Sakız adasında kaldığım köy ve köydeki evdi. Ne zaman alıp başımı gidesim gelse, ne zaman üzüntü içimi sarmaşıklar gibi sarsa, o evin balkonundan gördüğüm denizi düşündüm, sularında kulaç attım… Bakirliğini, tüllerin ardındaki denizinin rengini, günün ağarmasını, kızılca doğan dolunaya doyamadan balkonda oturup bakmayı, bakkalını, bir ağaç altı bankta oturup denizi izleyen tek tük yaşlılarını, kamyonetin gelip patates soğan satmasını sevdim… “Ben seni çok sevdim…”

Şimdi geldik 2025’e
Eee geldik 2025’e… Kendi geçmişimde özlem duyup da şu anki Gözde’nin hayatında artık pek de yer etmeyen ama yer etsin istenen ne olabilir? Geriye dönecek ne kaldı? Akademik Gözde? Müzisyen Gözde?
İleriye bakma zamanı mı? Yeni bir Gözde kurma zamanı mı?
Düşünüyorum. “Artık neden böyle değil?” diye düşündüren değil de, “şimdi”de yani şu anda yaratabileceğim, yapıcı bir yönü olan özelliklerimi geri çağıracağım, açığa çıkaracağım ve şimdinin geleceği kurmaktaki gücüyle birleştirebileceğim bir yıl olmasını istiyorum. Yalnızca kendim için değil dileğim. Hepimiz için. Lay lay lom gadget kanatları!
Sağlıcakla kalın…
Sevgilerimle,
Gözde Ç.