tutun bana. elin yavaşça tutsun delinmiş ellerimi. süzülsün deliklerinden ellerimin kaybettiğimiz zaman... doldursun delikleri. ben tutunayım sana, izlerini bile süremediğim ekmek parçacıklarını hiç atmamış gibi. birkaç dakika önce olmamış bu kelimeler gibi, hafızanda biriktirdiğin, başından aşağı dökülen cam kırıklarının arasından gözlerinin gökyüzüne baktığı o an gibi tutun bana, en öldüğünde nefes aldığın gibi. elimden düşürdüğüm her bardakta- yere saçılan camlar açtıkça ellerimdeki delikleri- kim tutsa kanayan- getir kara merhemli gözlerini.
Bir sayıklama ertesi gözlerimdeki şişkinlikleri alan satırlar olmasa yine sana yazmayacaktım işin açığı. ne seni anacaktım, ne de bu şarkılarda yine dökülecektim yerlere. insan ölümü beklerken bile sana inanıyor işte- umut dünyası ne yaparsın. sanki bilerek koydun içime bunu. çıkarsam çıkarsam çıkarsam çık ----çık.... çık... çıkmıyor be arkadaş.sen gel çıkart desem; kaç kere yaptın, artık isteyemem senden bunu. yorgunsun biliyorum. İçimdeki çocuk okulları bitirdi, iş güç sahibi oldu, yine de büyütemedim biliyorsun. Rahme geri dönüyor her seferinde yeniden rahmeti bol yere. Bugün azcık kar serpiştirdi. Gel dedim, azıcık çık dışarı bir hava al. Almadı. Tutturdu rahim de rahim. Bereketin bol olsun dedim. İçimde balığa çıktı. Her defasında daha beter olta saplıyor hınzır. Bu sefer kimbilir hangi organımı tutacak. O keyfine bakarken, saplandıkça canım acıyor be arkadaş. İyiyim diyorum. İyiyim. İyiyim. İçimde balık tutan. Seni sordu geçen. Senden de diyemiyorum. Babası kim bilemiyorum. Babasız çocuklarım olduğunu görürdüm rüyalarımda. Hep doğurup doğurup hastane koridorlarında değil, sokaklarda koştururken görürdüm kendimi, şile bezi beyaz altı kanlı geceliğim... Mutlaka yağmur gibi dökülen yaşlar olurdu gözümden. Kucağımda çocuk koşuyorum- düşünebiliyor musun. Babası da yok. Nereye yetiştiriyorum acaba. Aklımdan neler geçiyor o vakit. Susadığım, dilimin kuruduğu, dudaklarımın çatlaklığı- he bir de uçuk çıkacak şimdi diyorum- ayaklarım üşüyor diyorum, bu çocuk bana ne kadar da büyük diyorum, üç babası var diyorum. Yok! Habire koşuyorum. Şimdi evin en gereksiz odasında oturmuş, sana göndereceğim kutuya dönüp dolaşıp yeniden dokunuyorum. Üç gün içinde öleceğimden acaba paketim sana ulaşır mı diye düşünmeden edemeyeceğim. Evden çıkarmama yedi saat kırk iki dakika kaldı. Yedi saat kırkiki dakika sonra evden çıkacağım, her zaman geçtiğim parkta su tutan kırık taşlı çökük yerin kıyısından bir kedi gibi geçeceğim. Tek bir farkla: kendime birkaç numara büyük gelen ayakkabılarımla düşmemeye çalışarak. Sonra alıştığım yönün yanlış olduğunun farkına varıp yine kendime sinirlenip geri döneceğim. Bakarsın bahaneyle bir sigara yakarım. Elimde sana göndereceğim paket- ve birden karlar düşmeye başlıyor gökten. İşte beklediğim uhrevi an geldi. Zaten sana tutkunum. Ellerim dona dona sigaramı içime çekip, nefesimi dışarıya seninle birlikte vereceğim. Sen uzaktan bana gülümsüyor olacaksın. Aslına bakarsan teorik olarak bu son bakışmamız olacak. Sonrasında ben hep sana el sallayan halimle bakıyor olacağım ama bakışmayacağız. Paketin içindekileri görünce şaşıracaksın. İşte beni bu tahrik ediyor. En ateşli sevişmelere bedel senin paketimi gördüğünde duyacağın şaşkınlık- hele bir de açtığında... Eş zamanlı olmasa da- ben her parçayı özenle koyarken, sen de her parçayı yavaşça eline aldığında ağlayacaksın. İşte orda gözyaşlarımız birbirine karışacak. Bu paketi eline alamadığını düşündüğümde tenim daha çok eriyor. Bu sefer içimde oltalar değil ağlar var sanki. Öylesine içimdeki ki kurtulmak mümkün değil. Dışında olan ağları yırtabiliyor insan.
Ağ demişken, nasıl da şimdi farkediyorum. 12 sene önce saat akşam 6'da- gunes tuhaf bir pembelik yayarken, hatirliyor musun kiyida bir bankta oturmus feribot bekliyorduk. Sen yine iki gunlugune gelmistin. Cok sozsuz bir halde birbirimize bakiyorduk. Ayri dusen hayatlarimizi konusmamiza gerek kalmadan elinde biletini tutuyordun. Isaret parmagin feribotun saatinin yazdigi bolmenin uzerinden gidip geliyordu. Oturdugun yerden one egilmistin, basin asagida, bakislarinsa kimbilir nerdeydi. Bense yaninda sana degmeye bile urkek.Sessizdim. Ufku izliyordum. Uzaktan bir gemi geçiyordu. Ağlarına takılmışım. Yanımda hafif bir kıpırdanma oldu. Boynunu yavaşça oynattın sanırım. Ben bakışlarımı bile kıpırdatmadım. Senin de benimle uzaktaki ağlara odaklandığını bilerek hissettim. Parmağın siyahla basılmış saatin üzerinden gidip gelmeyi durdurmuştu. Sanki tırnaklarını ilk kez görüyormuş gibi ellerine daldım. Bir balıkçının elleri gibi geldi bana. Deniz kıyısı bir köyde balıkçı olarak da büyüyebileceğini düşündüm. Gerçi o zaman bunu söylemek ne aptalcaydı. Oğlun, deniz bile görmeden büyümüştü. Annesiyse deniz denen olguyu tatillerden bilen bir kadındı. Seninse gözlerin dışında her yerin ada çocuğu olduğunu çoktan unutmuştu. Feribota 24 dakika kalmıştı. Saatim yoktu. Telefonumu ikide bir elime alıp anlamsızca dakikaları sayıyordum. Birden parmakların telefonu tutan elimisımsıkı tuttu. Her yerim morarıyor sandım. Sanki yeni doğdum da mosmordum. Hani çatlayacak bebekler olur ya. Sana bir çılgın gibi sarıldım. Yıllar geçiyordu ve bir kez olsun sana sesli- bir kez olsun sesimle "gitme" diyememiştim. Yine diyemedim. Gözlerimi öpüyordun. Bir daha bir daha bir daha... Tamam dedim. Tamam. Bu kez ben gideceğim. Binişini izleyemeyeceğim. Çok önemli bir şeymiş gibi çantamı sırtlandım. Sen de çok önemli bir hareketmiş gibi, sağ elinle saçına dokundun. Alnın iyice açılmıştı. Kumral saçların güneş ışığını eskisi kadar yansıtmıyordu. Dişlerin yıllarca içtiğin tütünden iyice sararmış, alnındaki kırışıklıklar iyice belirginleşmişti. Sana hiç öyle bakmamıştım. Dudağına çok küçük bir öpücük kondurdum. Bir şey diyemiyordun. Kafanı ani bir hareketle sağa bense sola çevirdim. Gözlerimiz ağlarda buluştu.
Yine ayrıldık.
Şimdi hiç olmamış çocuğumu koyduğum kutuyu elimde tutuyorum. Bununla birlikte sana 158 mektup yazmış olacağım. İçimde balık tutan çocukların sayısı gittikçe artıyor sanki. İçime ağ atan gemiler var.
Hiç çıkmadığım deniz yolculuğuna çıkıyorum.
Üç saat on beş dakika sonra üç haftadır çıkmadığım evimden çıkacağım.