15 Nisan 2012 Pazar

su iç..

Sokağın köşesinden dönüyorsun. Bilmediğin bir kapı numarasını arar gibi amaçsız dolanıyor gibisin. Bense bana gelmeni bekliyorum ama seni çağırmıyorum. Pencereden bakan yalnız ve bitkin, bir önceki mevsimden kalan menekşe gibi hissediyorum. Saksımda öylece... Yine de çağırmıyorum seni çünkü sen bana geleceğini bilmez gibisin. Düzelteyim. Henüz bilmez gibisin. Yani ben böyle düşünüyorum çünkü böyle düşününce mevsimlerin geçtiğini de unutuveriyorum. Rengimi de unuttum biliyor musun? Kırmızı mıydım doğduğumda yoksa mor mu yoksa dur dur turuncuydum da sen beni güneşte sarı mı sanırdın... Unuttum işte karıştırma renklerimi zaten çiçeklerim dökülmüş. Hatta evin çocuğu ellerinin arasına alıp taç yapraklarımı avuçlarının arasında iyice bir ezdi sonra balkondan yeryüzüne bile savuracak vicdanı bile kalmadığından çöp tenekesine atıverdi. Bir yanım kopmuş gibi oldum. Zaten kurumuştu da o böyle yapınca daha da bir hoş oldum. Neyse geçelim bunları. Ben seni izliyorum. Hala yolunu bulamıyorsun. Yoldasın da biri sana dokunmasa günlerce aynı adımları atacaksın da hala bana geleceğini bilmiyorsun işte. Sağlık olsun derler ya eskiler, sağlık olsun hakkaten. Sağlık olsun da ben seni bekleyeyim sen de bana geleceğini bile bilme.
Bugün bir aldırışsızlık çöktü kalbime. Bi de arsız bacak bacak üstüne atmış. Sözüm ona o da bana aldırış etmiyor. Oturdu kalkmak bilmedi. Bacaklarını birbirine dolamış arada ayaklarını yere vuruyor. Yapma diyesim geliyor da tutuyorum kendimi- aldırmıyorum ya ona. Yoksa var ya ben bilirdim ona yapacağımı. Ya kalksana lanet şey, çekil git başımdan, seni var ya ben... Ne yaparım? Ne yaparım ya hakkaten? Hiç bir bok da yapamam. Sonuçta aldırışsız herifin teki bu aldırışsızlık. Adın da meymenet yok zaten tuzluk muzluk gibi ne varsa içine alıyor da yine de tepki vermiyor pislik. Hınca hınç doluyum filan derken bu kalktı. Hah şimdi tepinecek şimdi sinirlenecek derken hiç bir şey yapmadı. Ağır adımlarla ikinci viteste ilerledi. Kırmızı yandı. Durmadı. Çöp kovaları vardı. Çarpmamak için kaçmadı. Çarptı geçti. dAN DUN DUN DAN DAN DAN DA TAN TUN TANGIR MINGIR!!! Herifçioğlu, bundan da sıyırdı. İzliyorum ben gidşini izliyorum bu delinin. Deli ya insan takmaz mı? Takmaz işte bu. Neyse oturuyorum. Başladım ben de ayak sallamaya. Ondan edindim bu huyu da yoksa nerede bende böyle şeyler? Sonra bir beş dakika ayağımı nereye doğru sallamam gerektiğini düşündüm. Sağa mı sola mı yukarıya mı aşağıya mı? Bak bu huy ondan değil. Bu huy da acayip bi kızdan bana geçmişti. O da geldi mi gitmez... Ayyy bi konuşur bi konuşur. Kahvedir çaydır artık en son kolonyadır onu bile dökersin yine de gitmez. Yok şu şöyle yok bu böyle. Geçen de şimdi bu yine geldi. Bak bak bu sefer neye takmış bir anlatayım. Abicim kafayı kapı kollarıyla bozmuş. Neden kapıyı açmak ve kapatmak için kullandığımız şeye kapı kolu deniyormuş. Eğer bunlar kollar ise, kapının her iki tarafındaki kol birbirine asla değemiyormuş. Değmediği bir yana, aynı işi yapmalarına ve aynı hareketi paylaşmalarına rağmen her kapı açıldığında ve kapandığında bunlar birbirini bilmeden bozulana kadar yaşıyorlarmış. Bir kilit uğruna değer miymiş buna? Bak sen yaaa... Neler sokuyo aklıma bacaksız! Al hadi tut çek kolu. Kopar da boz kilidi de birbirlerine kavuşsunlar. Yok diyo yok. Gerek yok. Onlar birbirine zaten aşık. Görmeseler de yani diyor. Hay allaaaam ya... El deliye biz akıllıya hasret. Git dedim ya git! Ne olur ya... Yok dedi. Bir durdu önce. Sonra sıcak geldi burası bana dedi de gitti. Şimdi nerede bilmiyorum. Ayy bak sana bunları anlatırken, seni hala izlediğimi söylemeyi unuttum. Ayyy şu an nasıl yağmur yağıyor. Islanıyorsun. Kahküllerin alnına yapışmış, kirpiklerin filan.. Valla bu uzaktan kirpiklerini nasıl seçtim onu ben bile bilmiyorum. Olsun... Sen hala aranıyorsun ne aradığını bilmeden. Ben sana yön gösteremem. Bak ben bu kapıdayım da diyemem. Sokak da değiştirirsin belki kim bilir?
Bir kitap mı alsam elime acaba? Lüzum yok.. Bir bardak su içeyim ben. Bu bardak neden ben doldurana kadar boş? Dur bakıyım başını mı kaldırdın sen? Yoksa bana mı bakıyorsun? Yok canım o kadar uzaktan beni nasıl göreceksin?
Görmek bir yana beni nasıl seçeceksin. Yoksa biliyor musun?
Aaa hayır dur. Dur dur durrrr...