11 Nisan 2014 Cuma

Fosforlu yeşil bağcıklı spor ayakkabılar, tayt ve "KÖY, TOMRUK (?), AVLU, VE, PAZAR": Bir yürüyüş macerası

Birkaç gündür sabahları spor amaçlı yürüyüşe gidiyorum. Yaşadığımız yerin konumu itibariyle çok şükür mekan sıkıntısı çekmiyorum. Ankara'da ne yazık ki doğayla buluşmak için en az 7 km yol gitmek gerektiğinden, İstanbul'dakiler de işten güçten, trafikten aman bulup, şehirde bırakılan mesire yerlerine ulaşmak zorunda olduklarından övünmek gibi gelecek ama üç parkın çok yakınındayız. (İstanbul-Ankara'dan başka yeri kâle almadığımdan değil de ancak tecrübem bu iki şehirle sınırlı kaldığından-alınmaca gücenmece olmasın)

Dolayısıyla Riverside Park senin, Morningside Park benim, Central Park da hepimizin olsun değişik değişik rotalarda yürüyorum. Yalnızca ben değil, envai çeşit köpek de kendileri için özel olarak yapılmış koşu parkurlarından istifade ediyor. İnanır mısınız Riverside Park Hudson Nehri boyunca uzanıyor, manzara da şahane, ama bir çay bahçesi olsun, bir tostçusu olsun, koka kola şemsiyeli üç beş masa altı olsun bunlar yok (!) Onun yerine banklarda oturup kitap okuyan insanlar, çocuklarıyla beyzbol oynayan babalar, yanyana oturup sohbet eden yaşlı teyzeler falan var.

Amma ve lakin, yürümek basit iş değil dostlar! Önce ona uygun kıyafetlerin ve ayakkabın olacak. Amerikalılar hakkındaki genel önyargının aksine, burada kadınlar "Barbie koşuda" erkekler de "Ken sporda" şeklinde endam ediyorlar. Ben ömrü hayatımda bu kadar çeşit büstiyeri, yürüyüş ve koşu sırasında eşya taşınan türlü zerzevatı, üstlerinde hiçbir şey taşımıyormuş gibi görünüp yüzlerce dolarlık teknolojik donanımı taşıyan bu kadar spor meraklısı insanı bir arada görmedim arkadaş! Yağmur yağar şakkkııııırr şakıırrr , ben "aman anam donuyorum, montumun kolu da ıslandıydı da, çorabıma botumdan su kaçar mıydı da" falan fişmekan bu arkadaşlarımız bana mısın demez şapppıdı şappıdı o parklarda ıslana ıslana kıçındaki şortuyla çıplak bacak koşusunu yapar, müziğini dinler, gerekirse canını teslim edecek hale gelir heh-höh-heh-höh, öle bite yanından geçer de yine de prensibini bozmaz. Öte yandan bazısı da parasıyla kendini kişisel eğitmenlerine köle etmiş parklarda halat sallar, başındaki eğitmen adam sayı sayarken banka hizayla defalarca oturup kalkar. Gözünü sevdiğim, koş işte madem dümdüz yol! Yok! Halat sallayacağım ben, başımdaki sallattıracak illa bana. Yap diyecek yapıcam!

Dolayısıylan (!) bir spordur spor mağazası merakıdır baş gösterdi bende.

Öncelikle ben öyle süper sporcu bir kişilik değilim. "Hayatından sıkılan Gözde'nin spor ile ilk tanışması New York'ta geçirdiği yalnız yıllara rastlar" diyecek de değilim. Yani, yürüyüşü severim, dans ederim, koreografisi olan çeşitli fitness çalışmalarına katılmışlığım vardır, yarışmacı arkadaşlara da başarılar dilerim ama yani düzey bu! Zaten ilk gençlik yıllarında bir dostumun tavsiyesine uyup bir spor salonuna üye olmuş, sonrasında da yürüyüş bandında müzik dinlerken kendimi kaptırıp gözümü kapatıp hayallere dalıp da banttan düşünce spor salonlarının da benim harcım olmadığını tecrübe etmiş bulunmaktayım. Neyse, buradayken heves ettim önce sağda solda gördüğüm fosforlu bağcıklı spor ayakkabılarından aldım, sonra da taytımı. Ama üste giyilecek öğeler konusunda herhangi bir yatırımım olmadı. Bir süre havaların ısınmasını, çiçek böceğin çıkmasını bekledim. Taytı geçirdim, ayakkabıları da giydim ama 8-10 derece sıcaklıkta büstiyer giyecek ne cesaretim ne de böyle bir şeyi kaldıracak Barbie vücudum var. Eee ben de normal penyemi, üstüme de Türkiye'de böyle kıyafetler çok giymediğimden artık pazardan mı, metro altındaki çarşıdan mı nerden aldığımı hatırlamadığım kapişonlu uzun kollu üstlerimi giyiyorum. Bu da mı mesele diyeceksiniz. Bu sabaha kadar değildi! Yahu sokağa çıktım o zamana kadar üstünde neyin yazılı olduğuna bile bakmadığım beyaz üstümde şu şekilde bir şeyin yazılı olduğunu farkettim:
VILLAGE
LUMBER
YARD
AND
SUNDAY

Yani Türkçesi sırasıyla: KÖY, TOMRUK (?), AVLU, VE, PAZAR
Ya güya yürüyüşe çıktım. Düşünmeden edemiyorum. Ne mesaj veriyorum şimdi ben bu yürüyüş ve koşu insanlarına, mahallelilere? Ulan diyorum ya bunların bütünlüklü sembolik bir anlamı varsa, "hadi gel köyümüze geri gidelim" tadında bir manaya tekabül ediyorsa... Yoksa Pazar günlerini kırsalda geçiren rahat bir insan mı oluyorum falan gibilerinden acaba diye salak salak düşüncelere dalaraktan pazarlarımızı ve güzel pazarcılarımızı, 14-15 yaşlarından annemin üstündeki canlı renkleri beğenip aldığı "BAD GIRLS" (kötü kızlar) yazılı penyemi falan hatırlayarak ilerliyorum. Ah gözü kör olmayasıca dil sen nelere kadirsin! Üçüncü dünya ülkesindeki tekstil üretiminin derin mevzuları bir yana, böyle böyle bir saatlik yürüyüşümü tamamlarken, ellerim sweatshirtün cebinde, anahtarım, telefonum ve atm kartımla oynayarak, krem peynirli bagel almaya karar veriyor ve pastaneye doğru yolumu değiştiriyorum. Bir yürüyüş maceram da böyle sona eriyor.

Sağlıcakla kalın

Gözde