19 Mart 2014 Çarşamba

Aşırı gelişmiş (!) Amerika

Aşırı gelişmiş Amerika!

Bugün biraz hava alalım diye, şehrimizin çok havalı caddelerinden biri olan 5th Avenue'da sallana sallana, bitmeyen kışa rağmen, kapişonları kafaya geçirip yürüyelim dedik. Evimizden oralara gidebilmek için trene binmemiz gerekiyor. Bu aralar gezegenler çakışıyor mudur nedir neye binsek, neye elimizi atsak bir tersliktir gidiyor. Trende bir aksilik oldu. Hadi dedik salla. Çıktık güneşli ama -2 havaya, bir soluk aldık yürüdük. 

İlk olarak "Ayyy Gözde Amerika çok ucuz" diyen arkadaşlarıma birbir selam ederek, moralimiz bozulmasın diye anca Türkiye'de de bulunan H&M mağazalarında kasaya uğrayabildiğimizi belirteyim. Zira Türkiye'nin üst gelir grubu insanlar için New York ucuz olabilir yalnızca. Birbirinden pahallı markaları 50-60 dolar, bilemedin 100-200 dolar ucuza almak çok şahane olabilir söz konusu insanlar için. Neyse konumuz şimdilik bu değil. Konumuz Amerika'nın sözde gelişmişliği.

Yukarıda bahsettiğim gibi yine bir H&M den cüzi bir miktarda bir alışveriş yapıp atm kartımızın meblağı reddettiğini görünce, bu kez kendimizi suçlamak yerine, şans eseri yan tarafta bulunan, müşterisi olduğumuz CitiBank'a girdik. ATM'ye yöneldik. Kartı soktuk ve hesabımızda 0,00 dolar kaldığını gördük. Market, eczane, metro kartı gibi bir Amerikan vatandaşı için ufak tefek sayılabilecek çıkışların olduğu hesabımızın hareketlerine baktığımızda 300 küsür dolar çıkış olduğunu görüp bir de TARGET ifadesini görünce ahan da dedik soyulmuşuz! Yılbaşı döneminde, Amerika'nın Wal-Mart ile birlikte en büyük perakende marketlerinden biri olan TARGET, müşterilerinin kredi kartı ve atm kartı bilgilerini içeren elektronik kayıtlarını hırsızlara kaptırmıştı. Söz konusu hadise burada Aralık, Ocak aylarında tüm medya organlarında tartışıldı, Target rezil rüsva oldu. Oldu olmasına da sorun bugün öğrendiğimiz ve bizzat yaşadığımız kadarıyla halen çözülmüş değil. 
Biz ATM'den soyulduğumuzu farkedince, bankanın içine girdik. Bir memura yanaştık. Aman bacım sen bilirsin bizi bu dertten kurtar diyerek, kendimize şaşırdığım bir sakinlikle kadına duruma anlattık. Kadın hesap hareketlerini çıkarttı ki mebla yalnızca 300 küsür dolarla kalmamış. Birkaç gün öncesinde de 200 küsür harcama yapılmış ve yine TARGET ifadesi harcamada geçiyor. Yani toplamda 600 dolara yakın bir para bizden çalınmış. Türkiye'de çalınanların (!) yanında bir şeycik değil bunlar tabii de, biz "hala öğrenci"lerin, hele hele de el memleketlerinde çok kısıtlı paralarla yaşamaya çalışanlar için oldukça mühim bir para. Karnıma karnıma sıcaklıklar geldi. Böyle afalladım. Haftasonunda, başka bir yazımda anlatacağım Çinlilerin, memleketimizin 1990'ların İç Anadolu otobüslerini andıran turlarıyla yaptığımız iki günlük seyahat nedeniyle farketmemişiz bakiyeden "geçip giden uhuvvv" meblalarını. Yoksa kazı kazandan bir dolar bile çıksa sevincinden oyun makinasının yanındaki cipslere sırıtan ve ne harcadığımızın her an farkında olan bir insanım. Bir yandan da yine dalgamızı geçtik. Bak biz düşük bakiyelere nasıl alıştıysak kabullenip az paramız var nasılsa diye hayatımıza devam etmişiz meğer 600 dolara yakın paramız varmış da gitmiş dedik. Allah sevindireceği kuluna önce kaybettirirmiş diyemedik. Henüz şükür konusunda o düzeye varmamışız demek ki. 
Neyseciğime, bir yarım saat kadar banka memuresinin durumu çözmeye çalışmasından sonra, telefon bankacılığından bir adamla görüştürüldüm. Adama telefonda heyecandan, o daha istemeden, seceremi döktükten sonra, bize bir soruşturma numarası verildi ve yapmadığımızı iddia ettiğimiz harcamaların bir incelemeye tutulacağını, incelemenin birkaç hafta sürebileceğini, o vakte kadar kısa bir süre içinde bize kayıp miktar kadar kredi açılacağını söyledi ve soruşturmayı yürütmek için bankaya haklarımızı devretmeyi onaylayıp onaylamadığımızı sordu. Onayladık. Thank you dedik kapattık. Ama işlem bitmemişti. 

Başka bir kadın geldi, bulunduğumuz lokasyon itibari ile kalburüstü müşterilere hizmet ettiği "Altın Bankacılık" filan tadında ifadelerle gözümüze sokulan odalarda yer alan bireysel bankacılık sorumlularından birinin kartlarımızı iptal etmek ve geçici kart vererek yeni kart talebinde bulunmak amacıyla bizle ilgileneceğini söyledi. Kendimizi Mr. Nakamura'nın (artık adamın adı bu değil de siz öyle sayın ancak bu kadar hatırlıyorum) odasında bulduk. Adam elimi sıktı. Bizi odaya yönlendiren kadın da elini uzatarak bana oturabilirsiniz diyecekmiş ama ben yine şaşkoloz olduğumdan kadına elimi uzattım el sıkışmak için. Elim havada kaldı! Oturduk. Adamcağız ellili yaşlarında, düz siyah saçlı bir Japon. Ona da grubumuzun sözcüsü olarak durumu anlattım. Elleri titreyerek kartımı aldı. POS cihazı gibi bir cihazdan geçirerek bilgilere ulaşması gerekiyor. Yılların bankacısı bu amca kartı ne yönden geçireceğini şaşırmak bir yana, sistem kendisinden şifre girmemizi istediğini belirtince şaşırdı. Ancak sağ olsun, halden anladı. Sırayla önce Ö.'nin sonra da benim kartı iptal etti yeni geçici kart çıkarttı. Gitti içerde bir yerden yine sırayla ve teker teker aldı. Kendisi hal ve tavırlarımdan ahlanıp vahlandığımı anlamış olacak ki, babacan bir edayla, "Korkma evlat, endişelenme. Her şey yoluna girer" dedi. Of course evlat demedi de artık benim öyle duyasım geldi. Kimse kızmasın, ailemin önemli şahsiyetleri bankacı olduğundan ben bankaların içinde büyümüş, senet ve çek kokularını sevmiş biriyim. O anda, bu Japon adam bana, babamı anımsattı. Özlemimi depreştirdi. Zira ne zaman Türkiye'de hesap kesim ücreti kesildiğini dehşetle farkedip baba bu bankaları da Allah kahretsin diyerek arasam o da beni teselli edip, geri alabilmem için teşvik eder. Kapıya kadar bizi uğurlaması, el sıkışması, hele o elimi havada bırakan kadına rağmen bize kol kanat germesi duygulandırdı beni. Sağ ol üstat diyesim geldi. Thank you very very much dedik yanından ayrıldık. En son Ö. len şimdi bunlar soruşturma falan diyor yine bize fatura kesmesinler diyip ilk baştaki kadının yanına uğradı. Kadın gülmüş. Yok artık demek istemiş diye düşünüyorum. Artık paranoya 1500 bizde. Arkadaş memleket güya gelişmiş. Elektrik faturası, ev kirası çekle ödeniyor birader! Bildiğin çek yazıyorsun, zarfa koyuyorsun, dilinle zarfı ıslayıp, pul yapıştırıp posta kutusuna atıyorsun. Şifre desen yok piyasada çoğu zaman. Geçende Broadway'de koca banka şubesi yandı bitti kül oldu bildiğin. Vicuvvv-vicuvvv-vicuvvvv sürekli itfaiye geçiyor zaten.

Bu da mı başımıza geleceğdi falan diyerekten evimize geri dönecekken bir baktık yine tren bir geldi, pir geldi. İçine girebilirsen gir. Olan garibana oluyor yine anlayacağınız. Yoksa o aman da yağmurda taksiye el edeyim, kapıcım da o sırada şemsiyemi tepemde tutsun. O dünyalar uzak tren insanlarına. Ya zaten ben de ufak tefek bir elemanım, eziyorlar beni, daha geçende bavullarıyla çakmış adamlar bacaklarıma. Girebildik ama kapıya yapıştık. Zar zor girdiğimiz tren yol ortasında daha da ötedeki duraklarda tek tek durmayacağım inin len karşıdakine binin dedi. Ona bindik. Çok şükür eve geldik.

Sayın okuyucu sen en iyisi bizim için bir kurşun falan döktür bir yerlerde. Yoksa biz burada, sokakta beleşe bulunan gazeteden gördüğümüz on beş medyumdan birine gidip üzerimizdeki kara büyüleri kaldırtacağız. 

Target'in hedefi ve madurundan selamlar

8 Mart 2014 Cumartesi

"Nasıl Keselim?" "Kısa olsun!"


Bugün dedim bir rahatlayayım şöyle kendimi bir kuaförde hayal edeyim. Şöyle yerlerde her cins yarı ıslak yarı kuru saçlar, yerleri süpüren biri ve fırçasının ucunda da sevgilisinden ve kocasından ayrılmış kadınların dışında böyle modernleşen Hülya Koçyiğit'lerin, her gün işe giderken fön çektirdiğinden saçlarının kıvırcık olduğu bilinmeyen memurların saç telleri olsun falan böyle kuruyorum atmosferi. Kral TV klipleriyle saç kurutma makinalarının sesleri birbirine karışmış, dergiler yarı kıvrık aynaların önlerine bırakılmış, Hürriyet'in kelebeği elime verilmiş süper şahane bir ortamdayım. Çıkçıkıçı çıkçıkı bi yandan yandaki bir kadının saçı kesiliyor, elini uzatmış Fransız manikürünü tek taşıyla alyansını üst üste taktığı parmaklarına yaptırıyor, arada burnuma yanık saç kokusu geliyor oh mis. Öte yandan da saçımı yıkamışlar şıpır şıpır ensemden aşağı damlıyor, kuaför beni her zamanki gibi bekletmiş ve saçım yıkanırken lavaboya yetişeyim diye altıma minder konulmasından olacak, benden neredeyse on beş yaş küçük çocuk yine saçımı yıkarken böyle bana aşık olmuş, ben bir yolunu bulup otuz yaşımda olduğumu belirtici hareketler takınmaya çalışmış olsam da önlüğümü giydirip saçımı taramaya başlayınca ablalık falan hak getirmiş. Allahtan kuaför "Mustafa Bey buraya bakar mısınız" diye o sırada dünyanın en önemli işi olan firkete getirmeciliği için kardeşi çağırmış da ben de oh be diyip içinde bulunduğum tuhaf vaziyetten deri koltuğa yapışmış sırtımı ve kıçımı hoplatmışım...

Böyle böyle kurarken dünyamı ya dedim nedir bu benim bu kuaförlerden çektiğim? Çocukluğumda diş çektirmeye, karşı komşumuz, hep siyah giyen, gizemli İnci teyzenin eşinin, evin karşısındaki muayenehanesine annem balkondan bakıp direktif verip karşıya geçebilirsin dediği yaşlardan bu yana giderdim ama bu kuaför olayına bir türlü tam alışamadım. Çocukluğumdan bu yana saçımı, iyi ki küt çıkmış diyebileceğimiz bir ömür boyunca kesen Mithat Bey sert bir adamdır. Allahtan evlendik ettik, işe güce bulaştık, Ankara'ya da taşındık da seyrek görüştüğümüzden muhabbet edecek konu çıktı yoksa dokuz yaşında yine kendim mahallemizdeki salonuna gidip kahkül kesmeseniz Mithat Bey deyip de onun "annen kızmasın" dediğinden ve kişiliğimi hiçe saydığından bu yana kendisine biraz bozuğum. Şimdi bu Mithat'ın dominant, Filiz Akın modeli batılı bir tarza sahip ve kocasının saç modelliğini yapan, kaşlarımı lise son mezuniyette ilk kez (!) alıp annemden azar işitmiş güzel bir karısı var. Kendisinin  saç modelliği yaptığı ve kocasıyla beraber çeşitli ödüller aldıkları da dükkanın çeşitli yerlerine astıkları acayip saç şekilli fotoğraflardan aşikardır.

Mithat keser, parayı kasada kadın alır. O da her seferinde boynumdan aşağıyı bir türlü geçirmediğim saçlarımı kocasına her kestirişimde "Ah bak tatlım ne güzel oldun bir daha uzatma. Öyle uzatınca sıradan bir kız oluyorsun" deyip, ezik görünüşüme gönderme yapar; Bağdat Caddesi'ne terfi ettiklerinden bu yana, fotoğrafları artık saç yıkama bölümünde sergilense de, kredi kartımda unutulmayacak ekstrelerle bir iki ay hatırımdan çıkmaz. Amannnn zaten senede bir-iki gitmişim der sonra kendi kendimi avutur, yine de kasada pazarlık yapmaktan imtina ederim.

Bir keresinde, yine böyle en uzun saçlı dönemimdeyim. Yaşım da 19-20 sanırsam, o sıralar İstanbul'da ikametteyim. Gittim kestirdim bunlar saçımı bir tokayla toplayıp kesti. Sonra bir güzel saçımdan aldıkları o parçayı iyice kuruttu, fönledi, bukle bukle ek saç yapıp içeriye götürdü ben de ağzımı açıp da bir laf etmedim. Zaten nasıl olsun dediklerinde, size bırakıyorum demekten başka bir şey çok nadir ağzımdan çıkar, hafiflemiş bir vaziyette eve döndüm. Bu kez de annem yine klasik "naptın güzelim saçlarına, yine tokmak burnun ortaya çıkmış" şeklindeki iltifatını yaptıktan sonra olayları şöyle oldu böyle oldu diye anlatmaya koyuldum. Bunu duyan annem, niye almadın saçını? Arıyorum şimdi kuaförü dedi. Ben okulda bana çocuğun teki yamuk yapmış, annem de okul müdürünü arıyormuş gibi gerilmekten, madara olacağım, rezil rüsva olucam, anne dur yapma etme desem de dinletemedim. Aradı bu. Biz o saçı kaybetmişiz dediler. Sonra altı yedi ay sonra bi daha gittiğimde çıraklardan biri ehehehe sen annesi arayan, saçını soran kızsın eehehehe deyince iki paralık haysiyetim de o sırada yerlerde süpürülen saçlara döndü. Velhasıl sıkıntı bitmiyor kardeş! Ben daha sana ne diyeyim? Yıllar yılı küt kesilen saçlarımı çenemde eşitlemeye çalışan, dibime giren kuaförle gözgöze gelmemek adına yaşadığım, mıhımıhı mıhıı sıkıntıdan, otuz saniyenin yıllar gibi geçmesinden mi bahsedeyim? Yoksa emekli muhitinde Aşağı Ayrancı'da teyze kuaförüne gidip, bir şey diyemediğimden yirmili yaşlarımda saçlarımın öğrenci işleri teyzesi gibi fönlenmesiyle erken yaşlandığım yıllara mi yanayım?

Neyse, lafı uzatmayayım. En son üç yıl önce, modern olacağız diye kısa saçlarımla eve gelip bu kez Ö.'den "Trabzonspor altyapı gibi olmuşsun" diye saçımı okşamasıyla aldığım iltifattan beri saçlarımı kısacık kestirmedim. Ha bir de kış mevsiminde, kısacık saçları sabahın köründe yıkayıp, okulda hocamın, yeni aldığım güzel kokulu içinde bira bilmemnesi olan şampuanın ve kışın taktığım berenin hezimetine uğrayıp iş yerinden apar topar föne göndermesinden sonra kısa saça da bozuğum. Ama şu günlerde oğlan çocuk şortu ve tişörtümle geçirdiğim tezli günlerde içimden gideyim de buradaki kuaförlerde bir ezileyim diye aklımdan geçmiyor değil. Artık burada da Rihanna olacağız diye kuaföre gider, radyoda Aventura Don Omar Ella Y Yo En Vivo çalarken, Kuzey Amerika altyapı takımlarından birine- o kadar bilmiyorum ki- yeni transfer olmuş Dominikli Eduardo olarak dönebilirim. Ya ben en iyisi Göt2Be saç ürünleriyle stilimi koruyayım şimdilik.

öptüm.
Gözde Ç. 

4 Mart 2014 Salı

Günlerdir korkuyordum yanına girmeye.
Günlerdir yatıyorsun sen de.
Yatağın aynı tarafında, uçları çıkarılmış,
her an kırılacakmış gibi duran, yüzlerce uçlu kalemden teşkil vücudun,
batıyor bana.
Acıtıyor.
En çok da avucumun içi.
Hayat çizgim işte.
Yoluma şerit atılmış gibi kesik kesik.
Nasıl sarılıp, nasıl uyurum yatağımın duvara dayalı köşesinde.
Usulca, öyle?
Tavana bakan korkularımı da söyleyemem sana.
Duymazsın.
Zaten. Zaten. Zaten. Ne sevdim bu kelimeyi
Kim duyar ki?
Beyaz çarşaflar istiyorum ben.
Yalnız halılar gibi arap sabunu kokanından.
Ahlaksız sesler çıkarmasın. Sessiz olsun yastıklar
başımı koyduğumda.
yağlanmasın saçlarım.
açsa da sardunyalar.
ben yatarken.
tek meraklananım sen ol
gitmediğim bir şehrin
otobüs terminalinde
unutulmuş
ve kayıp bürosuna bırakılmış
0.9 uçlu kalemim.
Gözde Ç.