28 Ağustos 2009 Cuma

otogar (2)

Şişman şişman bacaklarının arası pişmiş
Kadife Hanım
Adana'dan indi Ankara'ya
olmuş mu 37 ayakları 40 numara
öflendi poöflendi
sağa sola bakındı
elinde şalgam suyu bidonu
gözleri arandı durdu.
Kadife Hanım oğlunu arayadursun
yastıkçı ali beşinci demli çayını
sattığı yastıklarının arasında kabolan kafasıyla
dikledi "Ulan Mustafa ver bi cigara da yakayım" dedi
Mustafa pişmiş pişmiş gülerken
sırıttı tek altından dişi
ötekilerde kara kara kıskandılar altının parıltısını
uzatırken tekel 2000'i, makinaya kaptırdığı başparmağının yarısı
sızlamıyordu artık
on sene geçmişti üstünden
etiket yapan küçük atölyede gececiydi mustafa
11de girer sabah altıda çıkardı
vardiyasına bir seda sayan bir de orhan baba
geceleri uğrardı
bir gece kaptırmış kendini mustafa
dertli bir sese
makinaların sesinden de duyulmaz ya
o söyleyip durur
o vakit de hamile karısı mustafa'nın
doğurdu doğuracak
adı da arife
17'sinde daha
körpecik gelin
evlenesiye de kalmış mı hamile
bırakır mustafa karısını her gece evde
yüreği dayanmaz
sabahleyin vardı mıydı eve maşallah nefsi durmaz
arife'nin gözleri yeşil, kaşları aksine kara
şarkı yazsan olmaz-
mustafa dönesiye askerden
istemiş sivaslı anası arifeyi
arife de gülmüş yemenisinin ardından
mustafa 21'inde arife 16 o vakit
eller öpülmüş
patlatılmış bir davul
arife ürkmüş aslın, o beyaz entariyi giyince
çekmiş anası yanına kız demiş böyle böyle
kızarmış yanakları belindeki kuşaktan öte
işte o arife ikinci ayında hamile
mustafa da dertlenir durur etiket makinasının kıyısında
dalmış hülyalara karısını düşünür
kaptırır mı elini makinaya
arifenin yanaklarının alı kalsın geride
mustafa'nın kanı durmaz düşer marleyden yerlere
of anam demiş o vakit of anam of!
parmak gidesiye daha bir erkek adam olmuş mustafa
bu hikayeyi de anlatır durur
yastıkçı ali kahkahayla anar giden parmağı
lan oğlum der durur

* * *
Kadife Hanım seslendi oğluna
"Cevdeeet...Cevdeeet"
Cevdet Bey koştu annesinin yanına
beyliği falan kalmadı
Daire Başkanı Cevdet By'in önünde titrer elemanları
hayatın cilvesi işte
annesini görünce parlayan gözlerinde
sönüverdi Beyliği patronluğu
sevindi zâr
yoktu annesi aylardır
kucaklaştılar bir,
sonra hop diye aldı bavulu bidonu
arabalarına doğru yola koyuldular
annesi başladı hemen
bacaklarını şişiren yolculuğu anlatma
bir soluklandı
gelinini sordu
Cevdet "işten geç çıktı da evde" diyebildi
belli ki bozuldu annem diye düşündü
ama toparlamaya da girişmedi
yoksa çözülürdü düğüm bir anda,
çıkardı ortaya annesi için gece ettiği kavga
hemen toparladı yüzünü,
dedi "çıktın mı molada"
annesi kaldığı yerden devam ettiği yolculuğa

çığırtkanlar sardı ortalığı birden
belli ki geldi saati istanbul'un
sırtında çantası kulağında kulaklığıyla
o sıra girdi Anıl otogara
elinde tek kitabı
arasında final notları
25 yaş bedeniyle
dünyanın sesine değil de
kulağındaki davula ayak uydurmuştu başı
sol elini götürüp başını kaşıdı
istanbul'daki sevgilisine sanki şimdi daha yakındı
kalkışına on dakka kalan otobüsünde
ayarladığı yerine oturdu
sonra vazgeçip dışarı çıktı
tam kapının dibinde bir sigara yaktı
yastıkçı ali yanında bitti
baktı bişeyler diyor yanında biri
çıkardı kulakığının tekini
"abi dedi al bi tane rahat edersin. iki lira ne ki"
"sağ olun hocam istemem"
Ali baktı iş yok delikanlıda
çekildi kenara
Mustafa'ya kaş göz etti
Mustafa çay arabasını biraz kenara çekti
yavaştan çıkayım dedi Anıl içten
beş dakika kaldı kalkmaya
merdivenleri tek tek çıktı
37 numaraya geçti oturdu
karşı koltukta cam kenarında oturan kız
fıs fıs konuşuyordu
camdan beri sevdiğiyle oynaştılar
sanki söylemedikleri bütün sözleri oracıkta
kelimesiz aktardılar
eller, kollar, gözler anlattı anlattı durdu
beş dakikada ne söylenirse
kız kah güldü hak maymunluk yaptı camın arkasından
öteki de sevindi
sıra el sallamaya gelince bir an duruldu
sonra sallandı eller
yine camın arkasından
geriye uğultulu otogar
bir de Mahmut'un demli çayı kaldı

"Çaaaayyy"

27 Ağustos 2009 Perşembe

bilet

bir kağıda yazılmış rakamlar arasında
sıkıştırılmış hayat
sen misin" gideceğim" diyen
hayat götürür seni
bileti kesilmeyene...

4 Ağustos 2009 Salı

otogar (1)

üstü başı sidik kokusu
kış mevsimi gibi gelse de görüntüsü
yazın sıcağında kavrulmuş hayvancıklar gibi
bitli ve tozlu
sudan yoksun teni, pislikten daha da ağarmış saçları
yırtık pantolonun arkasından görünen buruşuk kıçıyla
deli bi adamdı hasan
deliliği hani öyle kafayı bulup çılgınlaşanlardan değil
hayatın delirttiklerinden
sağdan geleni sola taşır
soldan geleni sağa otobüs garında
hatta bazen kimse taşıtmaz ona yükünü
bavullarına pislik bulaşır diye
olsun, o zaten hayatın bütünü pisliğini görmüş
buna mı aldırış edecek
koydu ekmeğini bu hasan
bardaktan mısırcıların, plastik çaycı bardakların
bütün gün izlediği
evsiz otogar hanedanlığının
bir numaralı başkentine
çıkış kapısı sekizin karşısındaki
demirden sandalyelerin üstüne
kiminin kıçı değer kiminin aşı işte
aldırış etmedi bu
bir de güzel açtı mı yoğurdunu
o yırtık pantolonun neresinden çıkardığı bilinmeyen
çakısıyla
bir aldı bir koydu ekmeğini
yük taşırcasına
bir güzel de yedimi sana
ne kadar uzak bakan gözler ona
tam karşısındalar olsa olsa

bir zamanlar karısı varmış bu hasanın
hatta çocukmuş bu hasan bir zamanlar
tenekelerden top yaparmış kendine
"hasan kırarım bacağını ha gelirsem oraya!" diyen
bir anası bile varmış
bir anasını hatırlar arasıra
bir hiç varmadığı karısını zaten
ikisinin adı da hülya
hülya taşınır bir bavuldan diğer bavula
hülya ki ne hülya
bir lüleburgaz da bir karsta
dili de dönmez lüle demeye
ama bir gider bir gelir

durdu o akşam hasan
kars'tan sabaha karşı beşte gelen otobüsün
dip bucağına dikildi
hülya gelecek diye
otobüsten tıngır mıngır inerlerken
hasan otobüsün bordolu koltuklarına baktı durdu
bulamadı hülyasını
çıkıştı şoföre
naptınız karıma diye fışkırdı
şoför de kekeme
ke ke ke ke ne hülyası be kardeşim dedi
gitsene işine
hülyayı ver bana dedi
asıldı mı adamın boynuna
o çelimsiz kollar bu kadar mı güçlü olur
alaşağı etti adamı
adam yerdeki bavullarla bir oldu
güçlükle doğruldu adam
girişecek oldu hasana
hasanın gözleri kor
pişirir baktığını
zorla soluk aldı dili,kulağı, burnu
büyüdü büyüdü küçüldü
kurudu kurudu karardı ağzının içi
çakısının ucu hülya oldu
eli avucu kolu bedeni hülyayla doldu
soktu karnına karnına bıçağı
yığıldı şoför
gittiği kilometrelerin on katı serildi yere
hasanın gözleri köz
hülya lüleburgaz'da orda olmasa bursa'da orda
olmasa benim içimde ulan dedi
aha bak dedi
sapladı bıçağı kendi karnına
yere serildi
oracıkta da kaldı
daha dökülmeden kuruyan kanı yayıla yayıla
tekerlerin altına uzandı

hasan öldü; hülya hayatta kaldı
her yolcunun bavulundan çıkar oldu
kimsenin taşımadığı bavulların içini doldurdu
hülya güzel
hülya ap ak
hülyanın ökçeleri bile pespembe aydınlıktan
teni su,
nefesi çiçek
gözleri derin
bakıp da çıkamazsın

Hülya gelir hasan gibilere sığınır
iyi ki de gelir
sırılsıklam eder adamı terden
bakışlarıyla
hülya gündoğumu gibi doğar
otogarın üstünden
dokunmasa da deler geçer
ve bilir onu taşımak isteyenleri
sağdan sola, soldan sağa
olmadı yukarıdan aşağıya,
aşağıdan yukarıya
hülya bu nerde olduğu belli olmaz
ya da hasan gibi
görünmez bir adam, ilk baktığında...