Acemi uçuşlar
Acemiyiz ikimiz de
sen uçmakta
ben kanat çırpmakta
sen uçmakta
ben kanat çırpmakta
Sabahın erken saatlerinde daha evvel çalışmadığım ve bir kurumda yalnızca üç masanın bulunduğu küçük bir kütüphaneye dersime hazırlanmak için gittiğimde görevli yerine, iki kadın bir adam kütüphaneyi temizliyordu. Deterjan kokusunun varlığı, ben günaydın diyene kadar insanların varlığından daha baskın bir şekilde mekanı hissettiriyordu. Yerler yarı ıslak, tahminimce pek az kişinin dokunduğu kitaplar da toz olan ellerin onlara dokunmasından, saçları okşanan küçük kızlar kadar huzurluydular. Tam giriş kapısının karşısındaki pencere, yerle bir bahçeyi görüyor, baharın o tatlı okşayışıyla canlanmış toprak, en çok da yeşiliyle odaya doluyordu. Dışarıdaki çiçeklerden çok, içerideki "çiçek kokulu" deterjan koktuğundan pencere açıktı. Ancak sabahın bu ilk saatlerinde olacağı üzere serinlik içeri doluyordu. Oturacaktım. Kendimi tanıttım. Varlığımdan, oturacağım yer henüz silineceğinden, rahatsız hissettiklerini düşündüm. Eşyalarımı masanın üzerine bırakarak azcık dışarı çıkarak kendime gereksiz işler icat ettim onlara vakit vermek için. Geri döndüğümde, kadınlar gitmiş yalnızca gözlüklü, yüzü hafif pürüzlü adam kalmıştı geride. O da "Pencere açık dursun yerler kurusun. Ben gelir kapatırım birazdan. İsterseniz çay falan getireyim. Dışarıda damacana var su içmek isterseniz. Hemen çıkışta da kantin var" diyerek gitti.
Tek başına kaldım. Üstüm inceydi, üşüyordum. Adam ben gelir pencereyi kapatırım dediğinden de kalkıp kapatamadım. Rüzgara karşı, hafif nemli saçlarımla, "çiçek kokulu" deterjanla birlikte bahara karşı oturuyorduk. Montumu giydim. Sonra yavaş yavaş kitaba daldım. Taa ki PAT diye bir ses gelene kadar. Zannediyorum sesle birlikte kafamı kaldırmam aynı ana denk gelmiş olacak ki avcumun içinden bile küçük olan bir serçe cama ÇaRPpaRaK yere DÜŞMEsine tanıklık ettim. Ne yapacağımı bilmez halde kalakaldım. O sırada inanılmaz şeyler cereyan ediyordu. Yerde kıpırtısız duran serçenin yanına başka serçe sağlık ekipleri geldi. İlk gelen cama çarpmanın verdiği beton etkisiyle çarpılan bacaklarını gagasıyla sürttü. Sersemlemiş, belki ölüyor, ölmek üzere diye düşündüğüm serçe sendeledi ancak pek tepki vermedi. Saniyeler içinde başka serçeler geldi hepsi teker teker gagalarıyla yerde kıpırtısız duran serçeyi gagalarıyla yaşama döndürmeye çalışıyorlardı. Baktılar hiç kıpırtı yok, yetmiş-seksen santim açıklıkta duran güvercin ağabeyler geldi. Onlar da durumu yokladılar. Ben olayları ağzım açık izliyorum. Kuşlar birer birer umudu kesip gidiyorlar. Dışarda serçe içerde ben çaresizliğimizle karşılıklıyız.
O sırada içeri adam girdi. Montumu giymiş olduğumu farkederek "Üşümüşsünüz. Camı kapatayım ben" dedi. Pencereye yöneldi. Dışarıda belki bir dakika önce cereyan eden olaydan bihaber pencereyi kapattı. Eş zamanlı olarak "bir şey ister misiniz?" diye sordu. Sağ olun. Teşekkür ederim. Yalnız, çok üzüldüğüm bir şey oldu. Şu küçük kuş cama çarpıp düştü şimdi de kalkamıyor dememle beraber adam imdadıma yetişti. Öyleyse ben onu tutayım... O anda ne kadar ürkek olduğumu bir kez daha anladım. Tanıklık etmekten başka hiçbir müdahalem olmamıştı. Küçük bir çocukmuşçasına ağabeyime dışarıda yere düşen kuşu işaret ediyordum. Adam bir anda kayboldu ve sonra yine bir anda dışarıda belirdi. Küçük kuşu avucuna aldı. Yanıma getirdi. Yaşıyordu. Avuçlarının içindeki kuş yaşıyordu ama kanatlarını çırpamıyor gibiydi. Debelenmiyordu. Başını vurmanın sarsıntısıyla sersemlemiş. Bense ondan beter. Adamcağız kuşu bana uzatıyor. Ben tutamam. Korkarım diyorum. Korkunu yenersin abla tut dedikçe iyice korkuyorum. Bir yandan da hiçbir şey yapamamanın verdiği mahçubiyetle ne yapsak ki falan diyorum. Neyse ki adam halimden anladı da ben bunu biraz aşağıya götüreyim dedi. O sırada içimde bir endişe belirdi. Kuşu adama ben gösterdim, yarı ölü bir canlının eline onu teslim ettim. Ya aşağıda ölürse ve çöpe atılırsa diye düşünerek az evvelki yerime oturup etrafı izledim. Dışarda, az evvelki ölüme yakınlıktan eser yoktu. Cıvıldaşmalar sürüyordu.
Bir süre sonra adam kuşla geri geldi. Yüzümde ne kadar kas varsa hareket etmiştir herhalde. Bu kez kanatları yerinde durmuyordu. Nasıl olur? Aaaa uçacak diyorum. Adam gözlüklerinin arkasından gülümsüyor. Bizde de bayılan olunca su çarpılır, limon falan yapılır ya ablam. Götürdüm aşağı bunu, soktum kafasını suya bir çırpındı bir çırpındı... Aşağıda dinlendiğimiz yer var zor yakaladık valla dedi. Sevincimle başını okşayabildim kuşçuğumuzun. Haydi uçuralım!
Pencereyi açtık ve göğe uçuşunu birlikte izledik. O hayat kurtarmanın gururu bense şükranlarımla...
Tek başına kaldım. Üstüm inceydi, üşüyordum. Adam ben gelir pencereyi kapatırım dediğinden de kalkıp kapatamadım. Rüzgara karşı, hafif nemli saçlarımla, "çiçek kokulu" deterjanla birlikte bahara karşı oturuyorduk. Montumu giydim. Sonra yavaş yavaş kitaba daldım. Taa ki PAT diye bir ses gelene kadar. Zannediyorum sesle birlikte kafamı kaldırmam aynı ana denk gelmiş olacak ki avcumun içinden bile küçük olan bir serçe cama ÇaRPpaRaK yere DÜŞMEsine tanıklık ettim. Ne yapacağımı bilmez halde kalakaldım. O sırada inanılmaz şeyler cereyan ediyordu. Yerde kıpırtısız duran serçenin yanına başka serçe sağlık ekipleri geldi. İlk gelen cama çarpmanın verdiği beton etkisiyle çarpılan bacaklarını gagasıyla sürttü. Sersemlemiş, belki ölüyor, ölmek üzere diye düşündüğüm serçe sendeledi ancak pek tepki vermedi. Saniyeler içinde başka serçeler geldi hepsi teker teker gagalarıyla yerde kıpırtısız duran serçeyi gagalarıyla yaşama döndürmeye çalışıyorlardı. Baktılar hiç kıpırtı yok, yetmiş-seksen santim açıklıkta duran güvercin ağabeyler geldi. Onlar da durumu yokladılar. Ben olayları ağzım açık izliyorum. Kuşlar birer birer umudu kesip gidiyorlar. Dışarda serçe içerde ben çaresizliğimizle karşılıklıyız.
O sırada içeri adam girdi. Montumu giymiş olduğumu farkederek "Üşümüşsünüz. Camı kapatayım ben" dedi. Pencereye yöneldi. Dışarıda belki bir dakika önce cereyan eden olaydan bihaber pencereyi kapattı. Eş zamanlı olarak "bir şey ister misiniz?" diye sordu. Sağ olun. Teşekkür ederim. Yalnız, çok üzüldüğüm bir şey oldu. Şu küçük kuş cama çarpıp düştü şimdi de kalkamıyor dememle beraber adam imdadıma yetişti. Öyleyse ben onu tutayım... O anda ne kadar ürkek olduğumu bir kez daha anladım. Tanıklık etmekten başka hiçbir müdahalem olmamıştı. Küçük bir çocukmuşçasına ağabeyime dışarıda yere düşen kuşu işaret ediyordum. Adam bir anda kayboldu ve sonra yine bir anda dışarıda belirdi. Küçük kuşu avucuna aldı. Yanıma getirdi. Yaşıyordu. Avuçlarının içindeki kuş yaşıyordu ama kanatlarını çırpamıyor gibiydi. Debelenmiyordu. Başını vurmanın sarsıntısıyla sersemlemiş. Bense ondan beter. Adamcağız kuşu bana uzatıyor. Ben tutamam. Korkarım diyorum. Korkunu yenersin abla tut dedikçe iyice korkuyorum. Bir yandan da hiçbir şey yapamamanın verdiği mahçubiyetle ne yapsak ki falan diyorum. Neyse ki adam halimden anladı da ben bunu biraz aşağıya götüreyim dedi. O sırada içimde bir endişe belirdi. Kuşu adama ben gösterdim, yarı ölü bir canlının eline onu teslim ettim. Ya aşağıda ölürse ve çöpe atılırsa diye düşünerek az evvelki yerime oturup etrafı izledim. Dışarda, az evvelki ölüme yakınlıktan eser yoktu. Cıvıldaşmalar sürüyordu.
Bir süre sonra adam kuşla geri geldi. Yüzümde ne kadar kas varsa hareket etmiştir herhalde. Bu kez kanatları yerinde durmuyordu. Nasıl olur? Aaaa uçacak diyorum. Adam gözlüklerinin arkasından gülümsüyor. Bizde de bayılan olunca su çarpılır, limon falan yapılır ya ablam. Götürdüm aşağı bunu, soktum kafasını suya bir çırpındı bir çırpındı... Aşağıda dinlendiğimiz yer var zor yakaladık valla dedi. Sevincimle başını okşayabildim kuşçuğumuzun. Haydi uçuralım!
Pencereyi açtık ve göğe uçuşunu birlikte izledik. O hayat kurtarmanın gururu bense şükranlarımla...