Sabahları, modern dünyanın katırı misali bir kolumda bilgisayarın bir kolumda yandan çarklı çantam Keçiören Gazino'da yokuş yukarı tırmanırken, 1.50lik boyuma fazla gelen sağdan ve soldan sarkan çantalarımla, uykusuz gözlerimi kaldırıp da yerden yukarı bakarken aklımdan tek bir kelime geçiyordu: ZOR. Bir de baktım ne göreyim 06 ZOR xx plakalı eski bir Mercedes. Pes doğrusu dedim o vaziyette o salak çantamın içinden bir de fotoğraf çekmek için telefonumu aramaya koyuldum. Ben telefonumu bulana kadar tesadüf arabanın sahibi geldi. Adamın nasıl bir zorluk içinde olduğunu anlamaya çalışmak eski Gözde'nin en büyük amacı olurdu ama o yokuş boyunca 37derece sıcaklıkta fotoğrafımı çekip işe doğru ilerlemeyi düşünecek kadar yüzeyselleşmişim. Fotoğrafımı çektim. Takdir-i ilahi dedim ilerledim. Şubat ayından bu yana önce yer altında bir yabancı, sonra kentin insanlarını inceleyen bir kaşif, sonra da o kentin insanlarına uzaktan bakmayı ve üçüncü bir göz olmayı bırakan bir ne?Ne olmuştum?
Boşver salla ya! Bu türden sorular sormanın da bir tarihi var.
Düşündüm de yolda hiç gülmüyorum. Kimse de gülmüyor. Gülümsemiyor. Sabah saatlerinde işe giden insanların doldurduğu metroda çocukların olmayışı da etken belki buna. Metro yolculuklarında kaydettiğim gözlemlerden birkaçı şöyle, 20 kişiden birinde bir LCW torbası, cep telefonuyla oyun oynayan insanlar, pembe, turuncu gibi parlak renkli kulaklığı olan az sayıda insan, kitap okuyan az sayıda insan, gazete okuyan hemen hemen hiç olmuyor. Bir keresinde bir bulmaca çözene kalem ikram etmem dışında kayda değer bir gazete okuyanı görmedim. Hadi dedim bari bir girişimde bulunayım akşam iş çıkışında Keçiören Gaizno'da Hacı Halim (? ) kuruyemişçisinden pamuk leblebimi yanındaki MİGROS'tan da gazetemi aldım metroya bindim. Keçiören-Çayyolu hattında ilk durak iyiydi klimalı klimalı ohhh gazetemi falan okuyorum çok havalıyım. AKM-Kızılay'da yine çanta, laptop bi de üstüne gazete derken nereye sıkışacağımı bilmeden o vaziyette tek bakabildiğim magazin ekine yöneldim. Yolculuğun son bölümü olan Kızılay-Çayyolu'nda ayakta giderken söz konusu eşyalarla gazeteyle cebelleştikten sonra tüm sayfalar bi yere dağıldı üstelik ellerim de karardı. Allah bilir metrodan çıktığımda da yüzüm gözüm is içindeydi. Yok dedim bu iş benim harcım değil en iyisi ben paşa paşa kitabımı okuyayım. Zaten spotify paralı, bizi de iki paralık etti aile üyeliği yapacağız diye, çoluk çocuk derdinden telefona müzik de yükleyememişim artık metro müzisyenlerini dinlerim. Haftada iki kez İzmir marşı, bir gesi bağları falan dinler yoluma bakarım dedim. O da olmadı. Çıkışta Yunus Markete giderim diye kendimi heyecanlandıracak halim yok. Önce insanlar metroda otururken ellerini nasıl tutuyorlar diye izlemeye koyuluyorum: ellerini ortada buluşturanlar, kollarını birbirine dolayanlar, ellerini dizlerinin üstüne bırakanlar, eli çenesinin altında uyumaya çalışanlar, ellerinde torba tutanlar, dosya tutanlar, kitap tutanar, telefon tutanlar... El ele tutuşan yok.
Yanyana oturup da konuşanlar var mı diye bakıyorum o da nadiren denk geliyor. Geçen gün konuşmaya dikkat kesileyim dedim o da şansıma öss sonrası tercih sendromunda birbirine girmiş bir aile denk geldi annenin 2 dakikada bir yok yok ben artık ilgilenmeyeceğim ne biliyorsanız yapın'dan ver şunu bakıyım diye tercih formunu elini alan duruma geçişi arasında bana bakmasından ürktüm başımı yere indirdim.
Şubat'tan bu yana CÖY'ün kitapları elime geçtiğinden midir nedir ha bire erkek yazarların erkekleri anlatan romanlarına denk geldim. Bir kadın yazar özlemidir geldi. Erkeklerin sesinden de sıkıldım. Boğucu sıcakata ne beni keyiflendirebilir diye çok kısa bir süreliğine gün ışığını gördüğüm yer olan AKM durağında çevreye bakınıyorum inşaat alanı gibi görünen ortamda tek canlı şey olan salkım söğüte tutunayım diyorum olmuyor. Çayyolu'nda indiğim durakta, lüks sitelerin altında hala akmaya çalışan, su kenarı bitkileriyle kendisini göstermeye çalışan "çay" kadar çaresiz hissediyorum bazen kendimi. Oysa zor değil benimki...
DEMİŞİM--- geçen yıl, yaz olmalı..
Bu yazıyı da yarım bırakmışım ama şimdi okuyunca, Ankara özlemi de gelince bir an paylaşayım dedim.
Sevgiler Ankara
Gözde Ç.
Boşver salla ya! Bu türden sorular sormanın da bir tarihi var.
Düşündüm de yolda hiç gülmüyorum. Kimse de gülmüyor. Gülümsemiyor. Sabah saatlerinde işe giden insanların doldurduğu metroda çocukların olmayışı da etken belki buna. Metro yolculuklarında kaydettiğim gözlemlerden birkaçı şöyle, 20 kişiden birinde bir LCW torbası, cep telefonuyla oyun oynayan insanlar, pembe, turuncu gibi parlak renkli kulaklığı olan az sayıda insan, kitap okuyan az sayıda insan, gazete okuyan hemen hemen hiç olmuyor. Bir keresinde bir bulmaca çözene kalem ikram etmem dışında kayda değer bir gazete okuyanı görmedim. Hadi dedim bari bir girişimde bulunayım akşam iş çıkışında Keçiören Gaizno'da Hacı Halim (? ) kuruyemişçisinden pamuk leblebimi yanındaki MİGROS'tan da gazetemi aldım metroya bindim. Keçiören-Çayyolu hattında ilk durak iyiydi klimalı klimalı ohhh gazetemi falan okuyorum çok havalıyım. AKM-Kızılay'da yine çanta, laptop bi de üstüne gazete derken nereye sıkışacağımı bilmeden o vaziyette tek bakabildiğim magazin ekine yöneldim. Yolculuğun son bölümü olan Kızılay-Çayyolu'nda ayakta giderken söz konusu eşyalarla gazeteyle cebelleştikten sonra tüm sayfalar bi yere dağıldı üstelik ellerim de karardı. Allah bilir metrodan çıktığımda da yüzüm gözüm is içindeydi. Yok dedim bu iş benim harcım değil en iyisi ben paşa paşa kitabımı okuyayım. Zaten spotify paralı, bizi de iki paralık etti aile üyeliği yapacağız diye, çoluk çocuk derdinden telefona müzik de yükleyememişim artık metro müzisyenlerini dinlerim. Haftada iki kez İzmir marşı, bir gesi bağları falan dinler yoluma bakarım dedim. O da olmadı. Çıkışta Yunus Markete giderim diye kendimi heyecanlandıracak halim yok. Önce insanlar metroda otururken ellerini nasıl tutuyorlar diye izlemeye koyuluyorum: ellerini ortada buluşturanlar, kollarını birbirine dolayanlar, ellerini dizlerinin üstüne bırakanlar, eli çenesinin altında uyumaya çalışanlar, ellerinde torba tutanlar, dosya tutanlar, kitap tutanar, telefon tutanlar... El ele tutuşan yok.
Yanyana oturup da konuşanlar var mı diye bakıyorum o da nadiren denk geliyor. Geçen gün konuşmaya dikkat kesileyim dedim o da şansıma öss sonrası tercih sendromunda birbirine girmiş bir aile denk geldi annenin 2 dakikada bir yok yok ben artık ilgilenmeyeceğim ne biliyorsanız yapın'dan ver şunu bakıyım diye tercih formunu elini alan duruma geçişi arasında bana bakmasından ürktüm başımı yere indirdim.
Şubat'tan bu yana CÖY'ün kitapları elime geçtiğinden midir nedir ha bire erkek yazarların erkekleri anlatan romanlarına denk geldim. Bir kadın yazar özlemidir geldi. Erkeklerin sesinden de sıkıldım. Boğucu sıcakata ne beni keyiflendirebilir diye çok kısa bir süreliğine gün ışığını gördüğüm yer olan AKM durağında çevreye bakınıyorum inşaat alanı gibi görünen ortamda tek canlı şey olan salkım söğüte tutunayım diyorum olmuyor. Çayyolu'nda indiğim durakta, lüks sitelerin altında hala akmaya çalışan, su kenarı bitkileriyle kendisini göstermeye çalışan "çay" kadar çaresiz hissediyorum bazen kendimi. Oysa zor değil benimki...
DEMİŞİM--- geçen yıl, yaz olmalı..
Bu yazıyı da yarım bırakmışım ama şimdi okuyunca, Ankara özlemi de gelince bir an paylaşayım dedim.
Sevgiler Ankara
Gözde Ç.