Son bir ayın üzerimde yarattığı tahribatı düşünüp kendime acıyacak vakti ancak uykum sırasında bulduğum bir geceydi.. 11 yıllık koltuğumda uyuyakalmış, saatin kaç olduğundan habersiz, üzerime örtülmüş fıstık yeşili pikenin altında gözlerim kapalı, uykuyla uyanıklık arasında, içimdeki üzüntüleri savmaya çalışarak "Evren, senden şifa diliyorum diye kendi kendime içimden fısıldıyordum". Tam o sırada sağ bacağıma şap diye bir şey düştü... Çığlık attım, bacağımın üzerinde bazı yerleri sararmışçasına duran, alacakaranlıkta detayları seçilmeyen bu yaprak benzeri yaratık oydu. Evimizin yeni konuğu: peygamberdevesi. Bu uhrevi anın heyecanı ve çığlıkla doğrulunca gitti.. Koltuğun arka yüzüne yapıştı. Şansmış demişti Ö. Eve gelmesi şansmış. Peki bu cümleyle birlikte bu olanları bir arada düşündüğümde ne hissetmeliydim? İyi şans mı kötü şans mı?
Birkaç hafta evvelinde ağaca dayadığı merdivenden düşmesi sonucu sağ bacağındaki aşil tendonu kopunca, ameliyatın ardından bir müddet daha ayağının üzerine basamayacak olan babamı düşünerek şifa diliyordum ve o tam da sağ bacağıma bu cümleyi duymuşçasına yapıştı. Bense çığlığımla onu püskürttüm. Yoksa iyi şanstı da şansı mı püskürtmüştüm..
Onu ilk gördüğüm gün, bu hadiseden bir kaç gün öncesinin sabahıydı. Ev ahalisi uyurken, evden alelacele işe gitmek üzere çıkarken salonun tülünün üzerine yapışmış bu yeşil yaratığı gördüğümde ilk aklımdan geçen şey "bunu A.'nın görmesi gerek" oldu. Yaşıtı diğer kızların aksine, ejderhaları, kertenkeleleri, türlü yaratık ve haşeratı sevimli bulan, örümcekten korkması dışında, bu türden sürüngen ve uçabilen mitolojik karakterlerin koleksiyonuna sahip kızım bu yaratığı görse kesin çok sevinir dedim. Başlangıçta çekirge sandım ancak çekirgelerin vücudu böylesine narin ve ince bir yeşil yaprağı andırmıyordu. Peygamber devesi olduğunu onu ilk gördüğüm günün akşamında, evimizdeki böcek yakalayıcısı olarak Ö. tarafından göreve çağrıldığımda teyit ettik. Ö. dersini çalıştığı ortamda, böceği kornişte asılı dururken görünce uzaklaşmış, bir şekilde evimize yolu düşen diğer mahlukatları kavanoza koyup uzaklaşma suretiyle görev yapan bana yeni bir görev verme hevesindeydi. Durun bir dakika dedim. Bu sefer bu arkadaşı dışarı atamayacağım. Hem zıplıyor, hem kornişe yetişemem, hem de evdeki börtü böceği yiyiyor heralde usulca duruyor, dursun dedim. Araştırmacı gençlik evdeki national geographic ve benzeri yayınlardan böceği tespit etti ve "peygamber devesi" olarak tanımladı. Her tanımlama yapılan canlı gibi ona bir isim verme gereği doğdu ve kızım Ö.'nün "peygi" önerisini beğenmeyerek "peyguş" ismini böceğe takmış bulundu. İşte Peyguş ile dostluğun hikayesi de böyle başladı...
Peygamberdevesi adı verilen böcek, yerde dolaşmaktan çok bitkiler arasında bulunan, ortalama 5cm olan ama daha uzunları da bulunan, çok iyi kamufle olabilen, yeşil ya da kurumuş bir yaprağı andıran, yavaş hareket eden ya da hareketsiz biçimde avlarını bekleyen, termit, hamam böceği, karınca, sinek gibi kendinden küçük türleri yemesinin yanında, kertenkele, çıyan, akrep, örümcek, yılan, fare gibi diğer hayvanları hatta çiftleşme sırasında dişisi erkeğini yiyen bir böcek. Bu kafası pek de sevimli görünmeyen, hatta Stranger things'deki gibi bir hamlede avını yiyen yaratıkları aratmayan bu böcek niye din ile duayla, kutsallıkla ilişkilendiriliyor derseniz, öndeki iki ayağı kıvrıldığında dua ediyormuş gibi göründüğünden peygamberdevesi olarak biliniyor. İngilizce'de de mantis türünün ön bacakları kıvrık bir şekilde duran üyesi olduğundan dua eden mantis-praying mantis- adı verilen bir canlı. İşte ne var ki bu kısa, özet bilimsel tanımlamalar bizim gibi tiplere asla yetmez.. İlla bir anlam arayışı sürecek... İnsanoğlunun bazı canları sahiplenme, onları kişiselleştirme arzusu yanında, canlı hakkında edinilen bilimsel bilgiyle yetinmeyerek, o canlıya dair kültürel, sembolik anlamlarını bilme arzusu, ve bu bilgiyi kendi deneyimleriyle eşleştirme isteği bana her zaman çok ilginç gelmiştir. Bu peygamberdevesinin de tam da buna malzeme veren türden bir canlı olduğunu keşfetmek uzun sürmedi.
Meğer peygamberdevesinin alametifarikası çokmuş. Bir kere geldi mi, birinin karşısına çıktı mı şans olarak görüldüğü yerler var, dişisi erkeğini çiftleşme sırasında yediğinden, erkek kafası kopsa dahi çiftleşmeye devam ettiğinden kötü şans olarak değerlendiren kültürler de. Örneğin Amerika'da bu böceğin, hayatımızdaki dinginliği, iç sesi, huzuru kaybettiğimizde bize bunları hatırlattığına, zihnimizi rahatlatmamız gerektiğine işaret ettiğine inanılırken, Çin'de kutsal bir rolü olduğuna, "mindful" hareket ettiğine, iyi bir mesaj taşıdığına inanılıyor. Güney Afrika'da Kalahari Bushmen kültüründe ise Tanrı'nın en eski sembollerinden biri olarak değerlendiriliyormuş.
Aslında böceğin ait olduğu türün adı mantis de Yunanca'daki ilahi anlamına gelen manteis kelimesinden geliyormuş. Bu kelime peygamber için de kullanılan bir kelime olmanın yanında bu böceğin önde kavuşturduğu bacakları dua edenlerin ellerine benzediğinden... Dolayısıyla ilahi olanla ilişkilendirilen bu böceğin bir şekilde iyiye işaret ettiği de kültürel olarak daha yakın... Hadi çok şükür bir akrep değil sonuçta, ya da bir karadul... Tarımla uğraşan kültürlerde hasat sırasında tombulcana bir peygamberdevesi bulunduğunda, kendisi zararlı böcekleri yediğinden hasatın iyi olacağına, daha ufak tefeği denk geldiyse hasatın kötü olacağına işaret ettiğine inanılıyormuş. Amerikan yerlileri de iyiye işaret olarak görüyormuş.. Japon kültüründe ise cesaretle ve sonbaharla ilişkilendiriliyormuş...
Bunca bilginin yanında içinizde duyduğunuz sesle birleştiğinde evrensel bir anlama ulaşıyorsunuz.. Başıma gelen bu türden olaylar, içimde bir yerde büyülü, sihirli bulduğum ne varsa aslında yüreğimi tüm evrene açtığım anda karşıma çıktığını söylüyor.. Evrenin senin sesini duymasını yürekten istiyorsan o seni, sen de onu duyuyorsun... Her zaman olumlu şeyler duymasam da ister sezgi, ister başka bir özellik olsun, bunun için şükrediyorum.
Gelelim Peyguş'a... Peyguş, benim için çok acı duyduğum bir anda şifanın işareti oldu... En yakınım olması gereken insanların, en olmaları gereken anlarda egoistçe davranıp olmamaları, yaptıkları ve yapmadıkları karşısında duyduğum öfke ve içerleme duygusunun zihnimdeki baskınlığını, kalbimdeki acısını azaltmanın yolu oldu.. Kızım için ise sıcak yaz günlerinde, arkadaşlarından uzakta evde yalnız geçirdiği günlerde ona bir ses ve birkaç günlüğüne enteresan bir yoldaş olduktan sonra, geldiği gibi sürpriz bir şekilde giden unutamayacağı bir varlık..
İstanbul'un sıcağında japon balıklarımız öldüğünde Peyguş'un kornişteki hareketleri bizi teselli etmişti. Kızımın neşesini yerine getirmek için bir latin şarkısı açmış, ona Peyguş'un dans edercesine kıpırdaşan ayaklarını göstererek bak müziğe eşlik ediyor, sana ağlama A. ağlama diyor demiştim ve birlikte gülüşmüştük... Peyguş gittiğinde onu pek teselli etmeyi böyle numaralarla başaramasam da gözyaşları arasında bir ayrılık acısı yaşadığını, böcekler kitabında peygamberdevesi sayfasına onu hep hatırlamak için bir kalp çizeceğini söyleyen kızım, "Onu ilk gördüğümde sevdiğimi anladım, o başkaydı..." dediğinde, bir kez daha düşündüm.. İnsan, karşısına çıkan bir canlı, bir insan ya da bir nesneye ne olursa olsun, ihtiyaç ya da yoksunluk duyduğu şeylerin yerine koyuyor.. Belki farkında olmayarak kendinden önce insanlık tarafından verilen tüm sembolik anlamları da zihninde taşıyarak... Bu kadar da kurcalamasak hayat daha kolay olurdu belki ama bu evrende yalnız olmadığımızı düşündüren bu anlar için yine de minnettarım.
Gözde Ç.
p.s.
Tabii bunlar bizim evde böyle yaşanıyor.. bi başkası olsaydı Iyyyy diye diye çoktan Raid/Shelltox sıkmıştı kafasına hele de İstanbul gibi bir kentte, 10. kattaki bir apartman dairesinde....