bir ayı aşkın bir süredir yazmamışım. dağınık yazıları toparlamak pek işime gelmiyor da olabilir. orda burda kenara köşeye sıkışmış, iliştirilmiş cümleler, duygu parçacıkları... söyleyemediklerimizi mi yazarız yoksa yazdıklarımızda da söyleyemediklerimiz mi var? bir metni metin yapan; içindeki kelimelerin yanı sıra kelimelerin ardında gizlenenlerdir belki..
şu an aşkın nur yengi'nin eski şarkılarını dinliyorum da, onlar da ne çabuk eski oluvardiler bu arada- ya da hakikaten şarkıda dediği gibi, "ömrümüz bir su, içiyor yıllar" ya da artık eskisi kadar cesur olmadığımız sevdalar... "halim yok" diyor ya şarkıda, çılgınlık diyor.. geriye dönüp baktığımda çılgınlık olduğunu bile bile atıldıklarım, yaralanmalarım, kor ateşlerden serin sulara atlayışlarım... her seferinde daha da büyüdüğümü hissediyordum; şimdi yaşlanıyorum sanırsam..ilkokulda klip yapıp söylediğimiz şarkılar hayatlarımız olmuş da haberimiz yok. bir süre sonra hayatı korkular yönetiyor zaten. aslında insan yaşlandıkça belki korkuların esiri oluyor. ya da kurulu hayatları kendi hayatında denemek istiyor. düzen istiyor ve geri kalan her şey çılgınlık geliyor, çılgınlık kalıyor. ne bileyim...
"karanlığın içinde yandı gözbebeklerim
ilk önce gözlerini gördüm
ılık rüzgarlar misali sesin deydi tenime
belki bin defa yanıp yanıp söndüm
bir yanda sen, bir yanda tövbeler
bir yanım karşı koyar, bir yanım ister
serserim benim deli dolu sevgilim
kor gibi sıcak, ya da sular gibi serin
gelme uzak dur, korkuyorum çok
çılgınlık bu halim yok"
bahar geldi. bugün odtüde ışıltı vardı, cıvıltı vardı... insanlar çimlere yayılmıştı. sanki hiç savaş yok, ölüm yok ve çaresizlik yok gibiydi...bahar belki bu yüzden güzel. avuçlarında kır çiçekleri bitsin istiyor insan. bahar doğum gibi, susamış çiçeklere su vermek gibi, ne bileyim, bir bebeğin ilk kez anne demesi gibi.. anılarla dolu sonbahar yapraklarının toprağa karışıp yemyeşil yaprakların çıkışında ağaçlarda çıkan ses gibi...tıpkı toprağa karışması gibi sonbahar yapraklarının, anılar da yeni çıkan o yemyeşil yapraklara aslında can vermiyor mu? renkler gibi, bir tuale ilk kez sürülmüş yağlı boyanın parlaklığı gibi, bir kahve fincanına pencereden sızan gün ışığı gibi... sanki hiç bir şeyin sırası değilmiş gibi, ya da tam aksi...baharda doğduğumdan mıdır nedir, baharda sevmek, baharda dirilmek, ve zamanı geldiğinde güneşli bir bahar gününde ölmek istiyorum. bahardan sonbahara, sonbahardan bahara... ikisi de birbirini içinde taşıyor. yinelendikçe..
...geçen gün, aldım elime fotoğraf makinamı kuğuluparka yürüdüm ordan kızılay'a. herhalde baharın en belirgin özelliklerinden biri de annesinin ya da babasının elini tutan, balon görünce sevinen, nasıl oynayacağını bilemediği parktaki oyuncakları keşfetmeye çalışan çocuklar... en çok ellerle hareketleri ve hayatları idare ediliyor..işte böyle bir fotoğraf paylaşacağım sizlerle. pazarda yanlışlıkla babam zannedip elini tuttuğum çocukluğuma dair korkudan çok, elele tutuşulan sevgiler için...
sahi ya neden sevgililer el ele tutuşurlar yürürken? ne zaman çıktı bu el ele tutuşup yürümek acaba? eller ve gözler... değil mi ki zaten bütün şiirlere izlerini sürsünler?
işte edip cansever'den "gözleri" şiiri:
Sanki hiçbir şey uyaramaz içimizdeki sessizliği
Ne söz, ne kelime, ne hiçbir şey
Gözleri getirin gözleri.
Başka değil, anlaşıyoruz böylece
Yaprağın daha bir yaprağa değdiği
O kadar yakın, o kadar uysal
Elleri getirin elleri
Diyorum, bir şeye karşı koymaktır günümüzde aşk
Birleşip salıverelim iki tek gölgeyi.
....
neyse işte bu gecelik bu kadar kafa karmaşası yeter heralde. nisan ayınız kutlu olsun, güzel geçsin... (00.42)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder