Anne, anneannem de mi bebekti?
Anne, Atatürk de mi bebekti?
Anne, ben bebektim peki ya dedem de mi bebekti?
Bu türden sorularla karşılaşan, küçük çocuğu olan bir yetişkinin zaman olgusunu sorgulaması kaçınılmazdır. Çocukların zamana dair sorgulamaları kanımca çevresinde gördüğü ve anlamlandırmaya çalıştığı farklılaşan olgularla başlıyor. Örneğin gündüz ve gece, yaz ve kış gibi... Zamanın nasıl aktığı, farklı yerlerde aynı anın yaşanıp yaşanmadığı, zihni 3-5 yaş aralığında meşgul etmeye başlıyor.
Görece geç anne olmuş, orta yaşlı biri olarak bir canlının yaşam süresine dair sorgulamaların bu yaşlarda geçmişe oranla daha sık düşünülen bir konu olması muhtemel. Bunun bir sebebi, biyolojik varlık olarak zamanın, 20'li yaşlardan sonra 30'larda gece başını yastığa koyduğunda daha çok akla gelen bir konu haline gelmesi. Büyükanne, büyükbaba gibi aile büyüklerinin eğer hayattalarsa 80'li yaşlarda oluşu, anne babaların 60-70 yaş aralığında oluşu da yaşam süresi ve hayatta geçirdiğimiz, geçirmekte olduğumuz ve geçirebileceğimiz muhtemel zaman üzerine düşünmemize neden oluyor. Diğer sebebi ise, ben bu hayatta ne yaptım, ne yapabilirdim, bazı şeyleri farklı yapsaydım farklı bir hayatım olur muydu? Farklı olsa ne olurdu türünden sorunlar nedeniyle geçmişle şimdi arasında neden-sonuç ilişkisi kurarak düşünme çabası.
Oysa zaman akar mı? Zamanın bir ilerleme yönü var mıdır? Tek bir yönde mi ilerler? Gelecek geçmişten farklı mıdır? Zaman tekrar eder mi? Zamanın bir başlangıcı, ortası ve bitişi olur mu? ... Zaman hakkındaki düşüncelerimiz nasıl biçimlenir? İçinde bulunduğumuz toplumsal zamandaki zamana bakış açısıyla, bundan yıllarca önce yaşamış insanların zaman algısı birbirinden nasıl farklıydı? Ya da farklı mıydı? Geçmiş, şimdi ve gelecek var mı? Bunlar zaman tanrısı Kronos -Χρόνος tan bu yana cevaplaması zor sorular.
Bugünlerde sorguladığım konu zamanla olan ilişkimizin hangi mekanizmalarla nasıl şekillendiği ve son yıllarda neden geçmişle hiç işimiz bitmiyor ve neden hep geçmişle ilgili görseller paylaşıyoruz?
Bunun pek çok farklı kişisel sebebi olabilir elbette. Geçmişe özlem duymak, geçmişin bütün kirli, üzüntü verici, acılı, hastalıklı kısımlarını silerek güzellemelerle geçmişe geri dönmek istemek, geçmişteki kendini aramak, sadece hoşlukla geçmişi anımsamak, kaybedilen insanları anmak, kaybedilen doğayı, çevreyi ve yaşam tarzını aramak, geçip giden gençliğe hüzünle bakmak şu bu... Peki ama neden sürekli geçmişe yönlendiriliyoruz? Arabada dinlenilen nostalji radyoları, 90'lar partileri, haftalık paylaşılan geçmiş evlilik, mezuniyet, doğumgünü, çocukluk fotoğrafları...
İlk #tbt mi çıktı? Sahi ya bu #tbt nereden çıkmıştı?
Sosyal medya başlık etiketi #tbt kısaltmasının açılımı throwback Thursday- Sosyal medyada Perşembe günü geçmişten bir fotoğraf paylaşarak geçmişi yad etme akımının tam olarak ne zaman başladığı konusu biraz muğlak olmakla beraber çeşitli kaynaklarda ilk kullanımın Mark Halfhill adlı spor ayakkabılar üzerine yazan bir bloggerın 2006 yılında bu etiketi, eski bir spor ayakkabısından bahsederken kullanmasıyla başladığı belirtiliyor. Ancak asıl instagramdaki ilk kullanımı Time dergisine göre 2011 yılında bir kullanıcının eski oyuncak arabalarına ilişkin bir görseli paylaşırken etiketi kullanmasıyla başlıyor. (Kaynak: https://blog.hootsuite.com/how-to-use-tbt-for-marketing/).
Şu an instagram kullanıcılarının aşina olduğu üzere de bu hashtag benimseniyor ve yıllar içinde iyice yerleşiyor ve artık pazarlama için araçsallaştırılan bir yöntem olarak da yukarıdaki kaynak da okuyabileceğiniz üzere çeşitli biçimlerde de kullanılıyor. Ah mazi, hey gidi günler hey, şu an paçoz olabilirim ama biz ne adamlardık bir göseydiniz, biz de şöyle evlenmiştik, kızımız/oğlumuz da böyle tatlı bir bebekti, ben de şöyle bir çocuktum, neydik ne olduk, buralar bağlık bahçelikti, apartmanlarla doldu temalarıyla eşlikle hepimizin yer yer kullandığı bu etiket neden var?
Neden Perşembe? Perşembe paylaşımlarda düşüş mü yaşanıyordu ve bu bir pazarlama hamlesi mi? Neden geçmiş? Herkes geçmişi anmak ister mi? Yukarıda kaynak olarak gösterdiğim blogda #tbt nin tarihini ne edeceksin sen otur da bunu nasıl kullanabileceğine bak diyerek, müşteri bağlılığını arttırma, takipçi sayısını arttırma, marka farkındalığı oluşturma gibi #tbt nin yararlarını saymakla bitirememiş ve bu etiketle ne gibi görseller, videolar, ses kayıtları v.b. paylaşılabileceğinin de reçetesini vermiş. Bir nostalji yapaduralım iş yine pazarda bitiyor burası şaşırtıcı değil. Ancak böylesine facebook, whatsapp, google photos, instagram gibi akıllı telefon kullanıcılarının sık kullandığı öğelerdek enformasyon akışının entegre olması ve bu uygulamaların birbirleri arasındaki geçişkenliklerini de hesaba katarsak sürekli bir geçmişle yüzleşme halinde yaşar hale geliyorsunuz. Google fotoğraflara her girdiğimde 1 yıl önce, 2 yıl önce klasörüyle fotoğraflar hızlı hızlı akıyor. Facebook her gün geçmişte bugün hatırlatması yapıyor, instagramda takip ettiğim kişiler/markalar/ kurumlar #tbt etiketiyle paylaşım yaparak geçmişten öğelerle çıkıyor. Tüm bu yukarıda saydığım uygulamalar kullandıkça kendi arşivlerini kişisel verilerimiz üzerinden gönüllü katılımımızla biraz farkında olarak biraz da olmayarak oluştururlarken bize ne oluyor; şimdiye ne oluyor?
Peki ya geçmişte de insanlar bu kadar geçmişe meraklılar mıydı? Meraklı olsalar dahi bu kadar görselle başetmek zorunda olmadıkları kesin.
Peki ya nostalji?
Dilimize Fransızca nostalgie kelimesinden giren nostalji Türk Dil Kurumu Güncel Sözlüğü'nde iki anlamıyla yer alıyor:
1) Geçmişte kalan güzelliklere olan özlem duygusu ve bu duygunun baskın bir duruma gelmesi, geçmişseverlik, gündedün
2) Değişime karşı duyulan korku sonucu geçmişe sığınma duygusu, geçmişseverlik, gündedün
Merriam Webster Dictionary'e göre, İngilizce'de nostalgia kelimesinin ilk kullanımı 1729. Etimolojisine bakıldığında Yunan nóstos (dönüş, eve dönmek) köküne de gidiliyor. Sözcüğün tarihi ve etimolojisi de bir dönüş içeriyor. Güvenle dönmek, güvenli bir yere dönmek...
Tüm bunlar şimdiden duyulan memnuniyetsizliği de içermiyor mu? Peki gerçekten de hem kişisel tarihlerimizde hep de insanlık olarak düşündüğümüzde geri dönmek isteyebileceğimiz bir altın çağ var mı? Bizim dönmek istediğimiz zaman diliminde yaşayanlar da muhtemelen daha geçmişteki bir döneme dönmek istiyorlardı. Örneğin şimdilerde 90'lar Türkçe popunu günümüz müziğine göre daha güzel bulanların anne babaları da 1990'larda 1970'lerin müziklerini arıyorlardı. Kimbilir?
Şimdi şu Covid-19 salgın ortamında salgının hiç ortada olmadığı Kasım 2019'a dönmek ve herşeyi baştan başlatmak isteyebilirdik misal ancak öyle bir olgu olmadan da başka olgular nedeniyle geçmişe özlem duyuyorduk.
Peki ya geçmişte de insanlar bu kadar geçmişe meraklılar mıydı? Meraklı olsalar dahi bu kadar görselle başetmek zorunda olmadıkları kesin.
Peki ya nostalji?
Dilimize Fransızca nostalgie kelimesinden giren nostalji Türk Dil Kurumu Güncel Sözlüğü'nde iki anlamıyla yer alıyor:
1) Geçmişte kalan güzelliklere olan özlem duygusu ve bu duygunun baskın bir duruma gelmesi, geçmişseverlik, gündedün
2) Değişime karşı duyulan korku sonucu geçmişe sığınma duygusu, geçmişseverlik, gündedün
Merriam Webster Dictionary'e göre, İngilizce'de nostalgia kelimesinin ilk kullanımı 1729. Etimolojisine bakıldığında Yunan nóstos (dönüş, eve dönmek) köküne de gidiliyor. Sözcüğün tarihi ve etimolojisi de bir dönüş içeriyor. Güvenle dönmek, güvenli bir yere dönmek...
Tüm bunlar şimdiden duyulan memnuniyetsizliği de içermiyor mu? Peki gerçekten de hem kişisel tarihlerimizde hep de insanlık olarak düşündüğümüzde geri dönmek isteyebileceğimiz bir altın çağ var mı? Bizim dönmek istediğimiz zaman diliminde yaşayanlar da muhtemelen daha geçmişteki bir döneme dönmek istiyorlardı. Örneğin şimdilerde 90'lar Türkçe popunu günümüz müziğine göre daha güzel bulanların anne babaları da 1990'larda 1970'lerin müziklerini arıyorlardı. Kimbilir?
Şimdi şu Covid-19 salgın ortamında salgının hiç ortada olmadığı Kasım 2019'a dönmek ve herşeyi baştan başlatmak isteyebilirdik misal ancak öyle bir olgu olmadan da başka olgular nedeniyle geçmişe özlem duyuyorduk.
Yazımı, kısa bir göndermeyle bitirmek istiyorum. Woody Allen'ın 2011 yapımı Midnight in Paris (Paris'te Gece Yarısı) filminde senaro yazarı Gil ve nişanlısı Inez, Inez'in ailesinin iş seyahatine Paris'i gezmek amacıyla eşlik ederler. Edebiyat ve sanat tutkunu romantik kahramanımız Gil, bir gece Paris'i tek başına turladığı sırada eski bir araba yanıbaşında durur ve karakterimizi bir partiye davet eder. Gil, bir süre sonra hep olmak istediği ve altın çağ olarak gördüğü 1920'ler Parisi'nde olduğunu farkeder ve en sevdiği yazarlar, müzisyen ve ressamlarla tanışır. Bu geçirdiği geceyle şimdisini sorgulayan Gil şöyle der:
"Eğer burada kalırsan be bu senin şimdi ne dönüşürse, bir süre sonra başka bir dönemin gerçek altın çağ olduğunu düşünmeye başlarsın. Varlığın ne demek olduğunu biliyorsun işte. Biraz memnuniyetsizlik verir, çünkü hayat da böyledir."
Paul ise şöyle bir tespit yapar: "Nostalji inkardır- acı dolu anın inkarı.. bu inkarın adı da altın çağ düşüncesidir. Farklı bir zaman diliminde yaşayanların şimdiki zaman diliminde yaşayanlardan daha iyi bir hayata sahip olduğuna dair yanlış düşünce- şimdiyle başedemeyen romantik insanların hayal gücündeki bir kusur... "
Evet... Sonuç: Hepimiz bebektik Ayda. Herkes farklı zamanlarda dünyaya bebek olarak gelir...
Gözde Ç.