26 Eylül 2010 Pazar
Kız kardeşim kayboldu: bir yazdan hatıralar
Çekildiğim bir fotoğrafa bakarken hala bacaklarımın "çubuk kraker" özelliğinden bir şey kaybetmediğini fark ettim. İki bacak arasındaki ölçülü mesafeyle ayakta duruş biçimim kız kardeşimle Tekirdağ'da babamın o zaman çalıştığı bankanın yaz kampında çektirdiğimiz bir fotoğrafımızı anımsattı. Üstsüz salak hallerimizle deniz kızlarının bizimle birlikte yüzeceğine inandığımız yaşlardaydık. Dört bloktan oluşmuş ve tabii ki o dönemde blokları şimdiki toplu lüks konutlarda olduğu kadar "yaratıcı" olmayan bir biçimde; çiçek isimleri ya da şehir isimleriyle değil de bildiğiniz harflerle adlandırmışlardı. Yani bildiğiniz A,B,C,D. Ama bu A,B,C,D o kadar birbirinden farksızdı ki neredeyse merdivenlerine çocukların attığı sakızlar bile aynı yerde dururdu.
Herkesin bu sonbaharın ilk günlerinde yaz fotoğraflarını ve parmak arası plaj terliklerini paylaştığı bu facebook çağı günlerinde benim de yaza dair bu kamptan anılarım canlandı. Beş yaşla benden farklı olan kardeşim henüz öylesine küçüktü ki annem plajda güneşlenirken babam onu bebek arabasıyla dolaştırmaktan ötürü kamp sakinlerinin gözüne girmiş ve "yılın bebek bakıcısı ödülü"nü alarak elektrik süpürgesi gördüğünde "baba" diyen kardeşimi haklı çıkararak bu haklı gururunu hediye olarak verilen bir şişe kırmızı şarapla tatlandırmıştı. O günlerde kampa bohçacılar gelirdi. Bohçalarındaki mallardan daha fazla lafı olan bu esmer tenli teyzeler popolarıyla oturdukları yerden bohçanın içindeki türlü danteli gösterirlerken yalnızca anneler kahve içebilir ve biz zavallı türk kahvesini en yasak ve en acayip tat sanan sekiz dokuz yaşındakiler kahve içersek arap olacağımızı sanırdık. Böyle bir günde ben hayretle bohçacı kadınlara ve annem de o zaman mükemmel ışıltılı ve yeşil gözleriyle diğer kadınlarla laklarken kardeşim küçüklüğünden olsa gerek bunalmış, kaldığımız odaya gitmek istemişti. Tabii ki bundan bizim haberimiz yoktu. Küçük çocuk her nasıl olduysa ortadan kayboldu! Sanırım babamın bakıcılığına, annemin güzelliğine ve benim neyime bilmiyorum ama bize nazar değmişti. Bohçacıların varlığı, denize sıfır bu mekanın çocuklar için bir anda tehlikeli bir mekana dönüşmesiyle kardeşimi ararken harbici sıcak anlar yaşandı. Velhasıl bir on beş dakka sonra bütün kamp seferber olmuş kardeşimi arar hale gelmişti. Ben de ağlıyordum. Hatta öyle ki o zaman tutkunu olduğum, öğleden sonra yemeğe gideceğimiz patates kızartmalarını ve ketçabın tadını ne kadar arzuladığımı bile unutmuştum. Annemim beni bir gece önce soktuğu ve ilk ve son podyum deneyimimi yaşadığım çocuk güzellik yarışmasında yüzüme annemin sürdüğü boyaların heyecanını ve gecenin sonunda aldığım mağlubiyeti bile unutmuştum. Kardeşim kayıptı!
Koşuşturuyordum. Kaldığımız oda C 18miydi neydi. C Blok'un üçüncü katıydı. Gülfem orda da yoktu. Sonra birden bloklardaki odaların kapısının bulunduğu taraftan diğer blokların oda kapıları da bir şekilde görünüyordu. Bir baktık ki küçük bir kız B Blok'un aynı hizadaki kapısının önünde duruyordu. Meğer yanlış bloğa gitmiş ama ona göre aynı kapının önünde bekliyor. Küçük salak şey seni çok seviyorum! Bulmuş ve rahatlamıştık.
Sonra ben ablayım ya yalnız takılmaya devam etmiş. O zaman bana hayli büyük gelen kampta barın yanında ancak birisini arı soktuğunda akla gelen incir ağaçlarının olduğu yerde rakının yanına kendilerine çiğköfte yapan amcaların yanına gitmiştim. Ağzıma bi tane çiğköfte atmışlardı da yüzüm gülmüştü. Çiğköfte sevdamın kaynaklarına da ulaşmış bulunuyorum sevgili okuyucum. Çiğköftenin müthiş tadı ağzımda. Barda duran ağabeyin yanına gidip yukarıda asılı duran televizyondaki maça aldırmadan, o dönemin ilkokul kızlarının kafasına girmeyi bile başarmış ve bir pembe dizinin acayip esas oğlanı Eduarda Capetillo'sunu görmek için yalvarmıştım.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder