13 Ekim 2010 Çarşamba

Ağlamak istediğimiz günler

Bu gunlerden birinde oldugunuzu nasıl anlarsınız? Sokaklar yorgun gelir gözünüze. Sanki sokaklardaki renkler, ağaçlar, miskin kediler, ağaçlardan düşen yapraklar, ağaç yoksa ortamda, yerdeki asfalt, hatta taşlar ve hatta hatta taşların arasına sıkışmış sigara izmaritleri, yollara yapışmış çiğnenmiş sakızlar, fiş fatura farketmez diyerek alınmış kağıt parçacıkları, yerde çamura bulanmış bir şapka, teki kaybolmuş eldiven... Toptan hüzündürler işte ve yorgunlardır. Yaşanmışlıklardan, kaybolmuş olmaktan, aranıyor olmaktan ya da hiç önemsenmemekten ya da tam aksine çok fazla önemsenmekten yorgundurlar. Siz de onların yorgunluğundan daha yorgun bir hale bürünürsünüz. Mevsim genelde sonbahardır ve hafiften üşümeyi seçersiniz. Çünkü sonbaharda terleyen insanlar ya fazla giyinmişlerdir ya da yapacak işleri olduğundan koşturmaktan istemedikleri bir terlemeyle karşılaşırlar.

Telefonunuz çalmasın, kimse size tek kelime sormasın ve hayat bildiği gibi devam ederken sizin üzerinizden geçmesin istersiniz. Bir Tanrı'nız varsa ona sığınmak bile aklınızdan geçmez, şükretmek, hayattan büyülenmek de istemezsiniz. Kafanızda sadece kısık sesle çalınmış ve anlamsız ama bir o kadar da yavaş piano notaları belirebilir. İnsanların yürüyüşleri, üstlerindeki paltolar,, yüzlerindeki kırışıklıklar, kirpiklerinde birikmiş ufacık makyaj artıkları, ellerinde şıkırdattıkları anahtarları hepsi ama hepsi bitimli bir hayatta herkesin son dönemeçlerini ve son kavşaklarını döndüğü hissini verir.

Yüzünüz renksiz, sesiniz sizden uzakta birinin hiçbir şey söylememek yerine gevelediği cümleler için bir araçtır. Bedeninizdeki uzuvları kullanmak için tembel; yalnızca kabinizin atış sesiyle ve ritmiyle yürürsünüz. Saatlerce yürüseniz sanki yorgunluk hissetmeyecekmişsiniz gibi yorgunsunuzdur.

Yazmaya bile üşenirsiniz ve biter.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder