8 Mart 2014 Cumartesi

"Nasıl Keselim?" "Kısa olsun!"


Bugün dedim bir rahatlayayım şöyle kendimi bir kuaförde hayal edeyim. Şöyle yerlerde her cins yarı ıslak yarı kuru saçlar, yerleri süpüren biri ve fırçasının ucunda da sevgilisinden ve kocasından ayrılmış kadınların dışında böyle modernleşen Hülya Koçyiğit'lerin, her gün işe giderken fön çektirdiğinden saçlarının kıvırcık olduğu bilinmeyen memurların saç telleri olsun falan böyle kuruyorum atmosferi. Kral TV klipleriyle saç kurutma makinalarının sesleri birbirine karışmış, dergiler yarı kıvrık aynaların önlerine bırakılmış, Hürriyet'in kelebeği elime verilmiş süper şahane bir ortamdayım. Çıkçıkıçı çıkçıkı bi yandan yandaki bir kadının saçı kesiliyor, elini uzatmış Fransız manikürünü tek taşıyla alyansını üst üste taktığı parmaklarına yaptırıyor, arada burnuma yanık saç kokusu geliyor oh mis. Öte yandan da saçımı yıkamışlar şıpır şıpır ensemden aşağı damlıyor, kuaför beni her zamanki gibi bekletmiş ve saçım yıkanırken lavaboya yetişeyim diye altıma minder konulmasından olacak, benden neredeyse on beş yaş küçük çocuk yine saçımı yıkarken böyle bana aşık olmuş, ben bir yolunu bulup otuz yaşımda olduğumu belirtici hareketler takınmaya çalışmış olsam da önlüğümü giydirip saçımı taramaya başlayınca ablalık falan hak getirmiş. Allahtan kuaför "Mustafa Bey buraya bakar mısınız" diye o sırada dünyanın en önemli işi olan firkete getirmeciliği için kardeşi çağırmış da ben de oh be diyip içinde bulunduğum tuhaf vaziyetten deri koltuğa yapışmış sırtımı ve kıçımı hoplatmışım...

Böyle böyle kurarken dünyamı ya dedim nedir bu benim bu kuaförlerden çektiğim? Çocukluğumda diş çektirmeye, karşı komşumuz, hep siyah giyen, gizemli İnci teyzenin eşinin, evin karşısındaki muayenehanesine annem balkondan bakıp direktif verip karşıya geçebilirsin dediği yaşlardan bu yana giderdim ama bu kuaför olayına bir türlü tam alışamadım. Çocukluğumdan bu yana saçımı, iyi ki küt çıkmış diyebileceğimiz bir ömür boyunca kesen Mithat Bey sert bir adamdır. Allahtan evlendik ettik, işe güce bulaştık, Ankara'ya da taşındık da seyrek görüştüğümüzden muhabbet edecek konu çıktı yoksa dokuz yaşında yine kendim mahallemizdeki salonuna gidip kahkül kesmeseniz Mithat Bey deyip de onun "annen kızmasın" dediğinden ve kişiliğimi hiçe saydığından bu yana kendisine biraz bozuğum. Şimdi bu Mithat'ın dominant, Filiz Akın modeli batılı bir tarza sahip ve kocasının saç modelliğini yapan, kaşlarımı lise son mezuniyette ilk kez (!) alıp annemden azar işitmiş güzel bir karısı var. Kendisinin  saç modelliği yaptığı ve kocasıyla beraber çeşitli ödüller aldıkları da dükkanın çeşitli yerlerine astıkları acayip saç şekilli fotoğraflardan aşikardır.

Mithat keser, parayı kasada kadın alır. O da her seferinde boynumdan aşağıyı bir türlü geçirmediğim saçlarımı kocasına her kestirişimde "Ah bak tatlım ne güzel oldun bir daha uzatma. Öyle uzatınca sıradan bir kız oluyorsun" deyip, ezik görünüşüme gönderme yapar; Bağdat Caddesi'ne terfi ettiklerinden bu yana, fotoğrafları artık saç yıkama bölümünde sergilense de, kredi kartımda unutulmayacak ekstrelerle bir iki ay hatırımdan çıkmaz. Amannnn zaten senede bir-iki gitmişim der sonra kendi kendimi avutur, yine de kasada pazarlık yapmaktan imtina ederim.

Bir keresinde, yine böyle en uzun saçlı dönemimdeyim. Yaşım da 19-20 sanırsam, o sıralar İstanbul'da ikametteyim. Gittim kestirdim bunlar saçımı bir tokayla toplayıp kesti. Sonra bir güzel saçımdan aldıkları o parçayı iyice kuruttu, fönledi, bukle bukle ek saç yapıp içeriye götürdü ben de ağzımı açıp da bir laf etmedim. Zaten nasıl olsun dediklerinde, size bırakıyorum demekten başka bir şey çok nadir ağzımdan çıkar, hafiflemiş bir vaziyette eve döndüm. Bu kez de annem yine klasik "naptın güzelim saçlarına, yine tokmak burnun ortaya çıkmış" şeklindeki iltifatını yaptıktan sonra olayları şöyle oldu böyle oldu diye anlatmaya koyuldum. Bunu duyan annem, niye almadın saçını? Arıyorum şimdi kuaförü dedi. Ben okulda bana çocuğun teki yamuk yapmış, annem de okul müdürünü arıyormuş gibi gerilmekten, madara olacağım, rezil rüsva olucam, anne dur yapma etme desem de dinletemedim. Aradı bu. Biz o saçı kaybetmişiz dediler. Sonra altı yedi ay sonra bi daha gittiğimde çıraklardan biri ehehehe sen annesi arayan, saçını soran kızsın eehehehe deyince iki paralık haysiyetim de o sırada yerlerde süpürülen saçlara döndü. Velhasıl sıkıntı bitmiyor kardeş! Ben daha sana ne diyeyim? Yıllar yılı küt kesilen saçlarımı çenemde eşitlemeye çalışan, dibime giren kuaförle gözgöze gelmemek adına yaşadığım, mıhımıhı mıhıı sıkıntıdan, otuz saniyenin yıllar gibi geçmesinden mi bahsedeyim? Yoksa emekli muhitinde Aşağı Ayrancı'da teyze kuaförüne gidip, bir şey diyemediğimden yirmili yaşlarımda saçlarımın öğrenci işleri teyzesi gibi fönlenmesiyle erken yaşlandığım yıllara mi yanayım?

Neyse, lafı uzatmayayım. En son üç yıl önce, modern olacağız diye kısa saçlarımla eve gelip bu kez Ö.'den "Trabzonspor altyapı gibi olmuşsun" diye saçımı okşamasıyla aldığım iltifattan beri saçlarımı kısacık kestirmedim. Ha bir de kış mevsiminde, kısacık saçları sabahın köründe yıkayıp, okulda hocamın, yeni aldığım güzel kokulu içinde bira bilmemnesi olan şampuanın ve kışın taktığım berenin hezimetine uğrayıp iş yerinden apar topar föne göndermesinden sonra kısa saça da bozuğum. Ama şu günlerde oğlan çocuk şortu ve tişörtümle geçirdiğim tezli günlerde içimden gideyim de buradaki kuaförlerde bir ezileyim diye aklımdan geçmiyor değil. Artık burada da Rihanna olacağız diye kuaföre gider, radyoda Aventura Don Omar Ella Y Yo En Vivo çalarken, Kuzey Amerika altyapı takımlarından birine- o kadar bilmiyorum ki- yeni transfer olmuş Dominikli Eduardo olarak dönebilirim. Ya ben en iyisi Göt2Be saç ürünleriyle stilimi koruyayım şimdilik.

öptüm.
Gözde Ç. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder