Ulus- İstanbul'dakinin aksine çok farklı anlamlar içeren bir Ankara ilçesi olmanın dışında, barındırdığı tarihi eserler, çarşıları, esnafı, dilencileri, Hacı malzeme satıcıları, avizecileri ve matbaacılarıyla bir değil on yazı götürür ancak, gündemimizle bağlantılı olarak bir Ulus güncesi niteliğindeki yazımızla size polaroid tatil fotoğrafı tadında bir resim sunalım istedik.
Ankara'da evliliğe dair bir yol içine giren yoldaşların bazılarının yolu Ulus'tan geçer tespitiyle Siteler senin, Çıkrıkçılar benim, kuyumcular onun şeklinde dolaşmayacağız. Bir gününü Ulus'taki bir matbaacıda geçiren zavallı bir kızın yaşadıkları temasıyla c m y ve k arasında dolaşan bir gün yaşayacağız.
Malumunuz bazı bazı farklı olasım geliyor. 3 milyon çeşit davetiye, 400 de firma varken- rakamlar sallamasyon elbet- davetiyemiz özel olsun lem. Biz de özelim filan diyerek iki eskiz bir fotoğraf üstü aydıngerle çalıştıktan sonra ilk eskizimi davetiyemiz yapmaya karar verdik. Hatta asıl davetiye olacak kısmını bir öğle tatili boyamı evde unuttuğum için kırtasiyeye koşturarak bulduğum yeşille çizdiydim. Hey gidi günler hey. Kızlarım, kızancıklarım işte aşk böyle bir şey oluyor sanırsam. Aşk demişken renklere aşkımızdan söz ediyoruz! Yazının başlığından anlayan anladı zati neyse. Bu fikir çok parlak olduğundan, işin gerisi de bi hayli parlak! oldu. Photoymuş shopmuş indesign mış bunları kullanmaktan aciziz azizim biz anca ortaokul yıllarında edindiğimiz power point denen lütfu birazcık bilen bir tipiz yani. Neyse ne yaptım ettim scan falan aktardık bilgisayar ortamına çizimi de sonra nolcek? Bu işin mizanpajı var, tasarımı var falan filan. Sağ olsun bir arkadaşımız el atıverdi de baskıya hazır hale getirdi. Asıl iş de böyle başladı azizim. Bizim matbaacı, "geç ergenlik ve bilgisayar kullanıcılığı" konusu kapsamında ele alabileceğimiz bir konunun süper kahramanı olabilecekken "ben photoshop bilmem, beyim bilir" dediği için bir hayli uğraşmıştık. Tabii oldu mu sana aksilik. Karakterler kırık çıkmış. Vay anasını sayın seyirciler. Sonra adamcağız ne yaptı etti bize hazırladı bu tasarımı yeniden. İş geldi mi renklere. Modern insanların bir işe karar vermeden önce yaptığı gibi örnek bir baskı görmek istediğimizi belirtirken, "ha bir tane basmışız ha bin tane- bizim için aynı" cümlesiyle sarsıldık sayın okuyucular. Zaten işin zorlu kısmı da burada başladı.
Sabah 11.30 itibariyle Ulus Rüzgarlı sokağın yolunu tuttum. Buraya kadar her şey normal. Bir otobüsle istediğim yere ulaşma lüksünü yaşaybileceğiniz Ankara'da Rüzgarlı sokak pek rüzgarlı olmamakla birlikte o gün yağmurlu ve kayınvalide, kayınpeder, yer yer serpilmiş nişanlı çiftler ve anasının gözü seri üretim davetiyecilerle doluydu. Bizim dükkanın içine girdiğimde dükkan sahibinin eşi, elinde bez nikah şekeri raflarının tozunu almaktaydı. Dükkanında az incik cincik olduğunu düşünen kaprisli bir gelin adayının laflarının tesiriyle "bende de bi şey yoksa millet ölsün" edasıyla sempatikti. İş sahibi kocası yerinde yoktu. Bir müddet bekledikten ve matbaa ustası ile görüşmeler telefon üzerinden gerçekleştirildikten yaklaşık 40 dakika sonra usta elinde film denilen şeffaf kağıdın üstüne benim resimle geldi. Bu kağıdın makinenin aklına girerek nereye ne renk basılacağını öğrettiğini öğrenmiş oldum. İlk mavisi basılacakmış. He renkte makine yıkanır bu yıkama da 20dakika sürermiş. Onlarca renkten söz ediyoruz arkadaşım. Ne diyosun sen! diyemedim tabii. Ama yarım saat durup diğer işlerime bakacağımı sanırken akşama kadar yaklaşık 30 davetiye kataloğu, yüz küsür nikah şekeri, on metrekarelik, duvarları yeşil boyalı ve otantik bir dükkanda, bu hanımefendiyle birlikte bir davetiyecinin bir gününe şahitlik edeceğimi öğrendiğimde ne kadar kötü olabilir ki efem bugün de bir deneyim olarak tesellilerdeydim. Usta henüz nerde olduğunu bilmediğim matbaada resmin mavisini basıp getirdi. Tamam dersem renkleri basmaya devam edecekti. Koyu olunca açtı. O sırada dükkana birileri gelmeye başladı. Ay bu olsun şu olsun diyen nişanlı çiftler, kaprisli kızlar, annesiyle gelip "gelinin siparişini" 2 saatte seçip, dükkanın en ucuz davetiyesini bulmayı başaran gence bir alkış yapasım geldi ama çok sempatiklerdi ve sıkılmama biraz olsun engel oldukları için kıyamadım. Sonra bir adamcağız geldi. Elinde bir A4 kağıt kartvizit bastıracakmış fakat adamcağız ameliyat olmuş herhalde; ses telleri yok, boynu ince... Üstünde bir takım. Sesi çıkmıyor; bizim davetiyeci hanım "patron yok bir saat sonra gelir misiniz" diyor. O bırakıp gidiyor. O konuşamadıkça ben daha daralıyorum; üzülüyorum. Derken sarı renk de basılıp gelmesin mi! Da dan dan da dan dan! Resim iğrenç ötesi. Sanırsın ki resimde betimlenen ağaç- kurumuş bitmiş. Adem le Havva'nın cennetinden geriye tufan sonrası bir ızdırap kalmış. Sardı mı beni bir acayip korku. Dünya ahvalinden habersiz "AYyy nolcak şimdi bu nolcak" diyerekten içim titredi. Usta da cool tavrını sürdürerek "maviyi azaltmayacaktınız işte bana bırakacaktınız. Yeşil öyle olacaktı" diyince. Vay anasını dedim sen şurda otur otur- nikah şekeri sektörünün Çin'den beslendiğini öğren, dışardan insanların abuk subuk şeylere karar vermek için iki saat harcadığını gör; manasızlık denizinde yüz- sonra da bir halt becereme. Nerde benim yeşil ağacım ya ufff.. Valla ağlıcam. Neyse sonra usta imdadıma yetişti. Üstüne bir kez daha mavi basarız dedi. Düzelir mi? Düzelir. Sonra bir 40 dakka daha bekledikten sonra biricik kırmızım basılınca resim bi kendine geldi. Vay dedim be görüyor musun şu can kırmızımı. Kan mübarek kan! Bu sırada 5 çay- açlıktan bayıldığım için bir kaşarlı tostu şirketten gümlettikten, on metrekarelik dükkanda bir o sedire, bir bu sedire geçerek, iki pazarlık seansı görüp, pazarlığın hayır işi olarak tanımlandığını dinledikten sonra davetiye işinden de soğudum arkadaş. İkinci temel ihtiyacım olan idrara sıkışık olma ihtiyacımı nasıl gidereceğimi ve bu işin daha kaç saat alabileceğini kestirmekle geçirdiğim bir on beş dakikadan sonra soluğu Anafartalar çarşısı alt katta aldım. Orada da Mr. Bean tadında su sıçramaları yaşadıktan sonra-alışveriş merkezi olgusunun ne denli hijyen görünümlü bir saçmalık olduğunu anlayarak ortamdan uzaklaşarak rüzgarlı sokak için karşıya geçtim. 100 gram dut kurusuyla birlikte dükkana geri döndüğümde artık en son olarak mavi tekrar basılmış resimdeki ağacın kahverengisi, çiçeklerin rengi kendini bulmuş- ben de rahatlamıştımDükkanda yaklaşık üç saattir iki kere gidip gelen bir çift nikah şekerlerine karar verebilmek amacıyla magnet, şirin kutu, çikolata falan derken, Allahım ben de mi böyle takıntılıyım hey yarabbim, her şey ne boş diyerekten ve sek sek sekemeyerekten ustayı bekledim. Geriye tek bir renk kalmıştı. O da mor. İşte bu mor yok mu mor. Pantone kataloğu sağ olsun seçtim bir şey. Çerçeve olacak bu renk için ben de bu kez ustayla beraber matbaanın yolunu tuttum. Hacı malzemeleri satan dükkanın önünden geçtikten hemen sonra seyyar satıcıların önünden geçerken bir türk kahvesi kokusu duyaraktan "ne güzel koktu kahve" diyivermişim. Romans da forever yani. Adam beni hemen realizme geri getirdi ve "matbaada da bir sürü koku var" dedi. Gittik. Kağıtlar, üç tane makine. Bizim davetiyenin deneysel baskıları arasında pantone kataloğundaki moru elde ettik. Bir kağıt üstünde karılan boya, az önce yanlış olan mor renk makinenin kartuşundan temizlendikten sonra kartuşa sürüldü. Hatalı baskılardan birinin üzerine uygulandığında öyle güzel bir renk çıkmıştı ki ortaya, ben baskı öyle olacak sandım. Sonra ne yazık ki seçtiğimiz renk aynen çıktı ama asıl resimle de pek uyuşmadı gibi geldi bana. Ay deliriyorum falan derken artık yeter dedim. Adamla da bir iki matbaa muhabbeti çevirdim. Sayenizde matbaa gördüm ustam, elinize sağlık diyerek ortamdan ayrıldım.
Dükkana döndüğümde sessiz adam sessizliği ve gözleriyle "hayırlı olsun" dedi. O da tekrar gelmişti. Nikah şekerine karar vermeyen çift de ODTÜ'lü çıktı. Bir saat içinde baskı tamamen bitti ve davetiyeler kesilerek hazırlandı; küçücük bir kutuyla teslim edildi. Bir örneğini bu çifte gösterdiğimde oğlanın "ne davetiyesi?" demesi de ayrıca manalıydı. Kimbilir belki sünnet de olabilirdi değil mi? Sünnet davetiyesi arayan aileler, asa ve sünnet şapkası şeklindeki şekerlikler bir başka yazımızda ele alınabilir. Saat 17.30 olmuş renk mesaisi Cyan, Magenta, Yellow ve Black döngüsüyle sona ermiş, renk asası matbaa ve emekçileri, zarflara konulup üstlerine isimler yazıldıktan sonra farklı mekanlara ve farklı renk coğrafyalarına dağılacak, düğünden sonra bizlerin saklayacağı, davetlilerin katlayıp cebine koyacağı, veyahut bakıp atacağı, veya buzdolaplarına mıknatısla tutturacağı, birkaç gün gazetelikte veya dergilerin üstünde tutup sonra çöpe atarak kentin çöplüklerine yollayacağı davetiyelerimizi hazırlamış oldular. Mavi, Kırmızı ve sarı.. Daima sizinle olsun; hayatınızda renk bol olsun!
Gözde Ç.
cyan magenta yellow black
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder