Minübüsteysem, şanslıysam ve oturmayı başarabiliyorsam etrafı incelemeye koyuluyorum. Öteki türlüsü de zaten bedensel mesafeler üzerine düşünmeyi gerektiriyor. İki insan hatta bazen üç dört insanla bedenimiz arasında yalnızca santimetrekarelerden bahsedebileceğimiz ayakta yolculuk fenomeni ayrı bi dava yani. Yanındakinin çoğunlukla gözleri dışında, paltosu, ayyakkabıları, koltuk altı, hele ki benim gibi kısa boyluysanız genelde koltuk altı ve giysisinin düğmeleri gibi o an Allah ne verdiyse görebildiğiniz şeyler enteresan. Yolu zaten görmüyorsunuz. Şoförün ensesi, para uzatıp alan eller, şoförün tersten dönen bileği, şoförler odası fiyat tarifesi, çoğunlukla Türk bayrağı, bazen ıslak mendil, tozlu ve kirli camlar, soğuksa buğu- ki bu durumda da ilkokuldan bu yana geliştirdiğim düşünceyle "bunlar şimdi tükürüklerimiz mi" oluyor...Evet siz şanslı arabalı çocuklar, amcalar, teyzeler bu güzelliklerden mahrumsunuz işte. Yolculuğunuz uzunsa daha da enetersan şeyler görebilir hatta fiziksel condition ınızı bi hayli geliştirebilirdiniz. Kasis spor salonunun sunduğu esneme hareketlerini yapabilir, dengeyi yeniden keşfedebilirdiniz. Burda da arabalılara laf sokup, yedi yıllık kimlik niyetine kullanılan ehliyetimizle dalga geçtikten sonra yolculuğumuza devam edelim. Evet bu muhteşem şeyler görsel hafızanızda yer edebilir, bilinçaltınızda da hoş enstanteneler yaratarak rüyalarınızda hoş sürprizlerle sizi bulabilir. Ama bu hoşluklardan biri de önünüzde oturan insanlardır. Para uzattığınızda yüzlerini size dönmedilerse acayip hayal gücü egzersizi fırsatı yakalamış olursunuz. Çünkü tek odaklanabildiğiniz saçlardır. Saçların insanların kimlikleri hakkında neler söylediği hep merakımı çelmiştir. Yağlı- temiz, kıvırcık-düz, dalgalı-bukleli, kahve-sarı- kızıl- beyaz- yeşil, saçsız- gür, parlak-mat, yapılı- natürel filan.. İtiraf ediyorum önümde oturan kadınların saçlarına sadece bakmak yetmiyor böyle bi dokunasım geliyor. Hele saçın altında başlayan ve koltuktan dolayı küçük bir kısmını gördüğümüz giysiye saç düştüyse onu da alasım geliyor. Tabii ki dokunmuyoruz. Cıs! Mazallah bugün ayakta tutunmaya çalışırken koltuğun sağını kadifemsi bi kumaş sanarak adamın paltosunu ve malesef içindeki kolunu tuttum da nasıl özür dileyeceğimi bilemedim. Hel ebi de önümdekinin saçına dokunsam filan.. Ayyyhh! Korktum içim ürperdi (!) Şimdi aslında bu ortaokul erkekleri tarzı kızdan hoşlanıp başka yöntemlerle belli edemediği için saç çekip, toka hacılamaktan farklı bi his. Öyle her saça da dokunmak istemiyoruz elbet de niyeyse içimden de dokunsam ne olur gibi tuhaf bir düşünce geçiyor. İnsanın nasıl bir sınırı var Ya Rabbim? Saç dediğin şey öyle kıl tüy olayı değil ki kardeş. Bence bizzat kendisi insanın içinde yaşadığı dönemi birebir karakterize ediyor. Bir ara şu facebookta falan vardı kendini bir çırpıda 1960'ların okul yıllığındaki kıza dönüştürebiliyordun saç modelinle. Örneğin bizim Beşeri'de bi kız var hangimiz aklından 1980'leri geçirmiyor merak ediyorum doğrusu. Değil mi Figencim ya? Öte yandan bir kadının en değerli mücevherlerinden biri olabilen bu saç, hastalıkta falan kaybedildiğindeyse en büyük kabus olabiliyor. Neyse, sadece saçını gördüğüm kadınların nasıl yüzleri olabileceğini düşünüyorum. Gözleri ne renk, kaşlarıyla saçları uyumlu mu, burnu biçimli mi, yaşlı mı genç mi, kederli mi mutlu mu, tebessümlü bir yüz mü öfkeli mi... Çoğunlukla yanılmadım ama bazen de çok pis dumura uğradım. Neyse kıssadan hisse- saçla, kaşla, gözle, yüzle, renkle anlaşılmaz insan; değerlendirilmez de. Ama epey de anlatır yani. Kadının etrafıyla sınırıdır saç...
Şimdilik şairin şu dizeleriyle buraya veda ediyorum
"Bilmiyorum ne vardı saçlarında
rüzgar mı delice eserdi
gözlerim mi öyle görürdü yoksa"*
Bugün minübüsteki kadın saçlarını işledik bir dahaki yazımızda da yemekte saç fenomenini ele alacağız sevgili okuyucular.
* Dizeler Özdemir Asaf'ın "Saçları" şiirinden alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder