17 Şubat 2012 Cuma

"Mektup benim vekilim/ al koynuna gecele"


Sevgili ............. ,

Dün gece yakın bir arkadaşıma mektup yazdım. Özellikle mavi mürekkepli bir kalem olsun istedim. Sağa italik, yarı elyazısı yarı düzyazı yazımla yazarken siyahı değil mavi rengi tercih etmemin sebebini kendim de bilmiyorum. Kuru boyalarımı yanıma aldım. Olur ha mektubumun kağıdının kenarlarını süslemek istersem kuru boyalarla çizdiğim desenleri renklendirecektim. Birkaç seferdir çıkartmalar yapıştırıyordum ama bu kez kendim çizmek istedim.

Bunca yıldır en çok sevdiğim hatıra üretme pratiklerinden biri mektup oldu. Önceleri "sana" yazdığımı varsaydığım ama en çok da hiçbir adrese postalanmayan kendime yazılan mektuplar, anneyle tartışıp küsünce, yastığın altına bırakılan küslüğü ve aslında o sırada oluşan yoğun duyguları ele veren mektuplar, adresi belli olup bir türlü gönderilemeyen mektuplar, dostlara yazılanlar, eve geldiğimde posta kutusuna bırakılanlar... Binbir türlüsü. Fakat hayatımda bir dönem mektup gerçekten de üzerinde yazılan sözlerin de ötesinde, benim için yazan kişinin yazma anını düşündüğüm, o sırada etrafında hangi nesenelere baktığını, ışığın nasıl olduğunu, yazı yazarken boynunu çevirip çevirmediğini, saçlarını hangi eliyle düzelttiğini, kalkıp su içmeye gidip gitmediğini bile evirip çevirdiğim ayrıntılı düşünme alanıydı. Mektup belki de kişinin bir başkası üzerine bütün varlığıyla düşündüğü bir yazma süreci. Herkesin böyle hissettiğini düşünmüyorum elbette ama mektubun insanın kendi hafızasını tazelemek bir yana, insanların zaman içinde duygularının nasıl değiştiğine veya aynı kaldığına bakmak için de hatıra hazinesi gibi olduğuna inanıyorum.
Mektubun özneleri, zarlarda da yer aldığı üzere "gönderen" ve "gönderilen" belki ama, bu öznelerin mektubun içinde gizliden gizliye örtülü bir biçimde yer değiştirmesinin heyecanı belki de her şeyi anlamlı kılan. Mektup bir olma hali. Bu yüzden belki bir kişi hakkında fikir edinirken, yazdıkları makaleler, kitaplar ve resmi dilde yazılmış pek çok metinden öte aşk mektuplarına, dostlarına yazdıkları mektuplara bakmayı seviyorum. Zarfın, çimlerin üzerini örten kar gibi, o gizemli duyguları kapatması, zarfa hem gönderen hem de mektubu okuyan kişinin dokunması, açması hep bana olduğundan daha da estetik bir an gibi görünüyor. Bir kişinin bitirip kapattığı, zamanda bir anı, geri çağırmışçasına... Kalemin kağıt üzerindeki izleri takip etmek, düşlerini, duygularını, o an kalbinin nasıl attığını düşünmek gibi bir şey...
Ne yazık ki mektupla olan iletişim, bir kısa mesaj, görüntülü konuşma, poke, telefonla konuşmadan çok farklı olarak başka bir duygulanım gerektiriyor. Ne yazık ki diyorum çünkü bence hayatta bu duygulanım herkesle yaşanamıyor. Anlatıcının rolü sadece anlatmakla sınırlı kalmıyor çünkü. Anlattıklarının anlatıcının zihnimizdeki yeriyle kurulan ilişki, bir kelimeyi bile sıradan anlamlarının ötesinde, ikili ilişkide kurulan o özel anlama taşıyor.

Yeterince söyleyemeyenlerin sığındığıdır belki mektup şimdi. Uzakta olup da göremediği için sözlerini zarfa saklayanların. Ya da en yakınındakilere fısıltıyla söyleyebildikleridir.
Bir gün çıkar bir çekmeceden, yarım bırakılmış işlerin arasında, taşınılmış bir odadan, bir yatağın altından, bir fotoğraf albümünün kapağının arasından. Nerden çıkarsa çıksın, sana kendini anlatır işte. Tüm söylediklerim ve söyleyemediklerimle. Aldığım gün duyduğum sevinç, satırların arasında nefes alan sen, duraksadığın kelime, sonuna attığın tarih, sayfa sonlarına yazdığın rakamlar- okumamı istediğin sıra- sesli okuduğumda asla aynı anlama gelmeyen cümleler, içimden okuduğumda kendim yazmışım gibi içimden akanlar... Beklediğim günler, beklediğimi bilmeden beklediğim günler. Çünkü mektup gelince sanki hep beklemişsin gibi gelir.

Bugün yazmak istiyorum ama ne yazmak istediğimi bilmiyorum. Aslında fiiliyatta yazıyor da sayılmam şu an. Dün bir yakın arkadaşıma mektup yazdım. Mektupta daldan dala atlıyordum. Önceden üç sayfalık yazmayı hesap etmemiştim ama nedens mektupta yazmak istediklerimi sayfa sonuyla sınırlandırma gibi bir alışkanlığım var. Yani bana tanınan alanda sınırlı bir hayatı mı seçiyorum acaba? Ama ya o alanı kendim tanımlıyorsam. Heh işte buldum bugün mektuplar hakkında yazayım. Benim için mektup halen bir iletişim aracı olmayı sürdürüyor. Gün geçtikçe artan insanların yüzyüzeyken yapabildiği ve birbirine geçirebildiği hissiyatın yalnızca milyonda birini yapmaya yarayan akılıı telefonlar arttıkça, aramızda binlerce kilometre olan biriyle görüntülü konuşabilsek de, mektup benim için başka.

Yazımın sonunu bir türkünün sözleriyle bitirmek istiyorum:

"Mektup yazdım acele
Al eline hecele
Mektup benim vekilim
Al koynuna gecele

Akşamın karanlığı
Çekerim ayrılığı
çok zamandır gelmiyor
Mektubun karşılığı"


Kal sağlıcakla,


2 yorum:

  1. Çok beğendim! Yazılarını çok nadiren takip ediyorum: bu yazını da tesadüfen okudum! Ancak yazım tarihini özetlediğin bu yazında seni yazmaya iten -sanırım- hep dışsal olumsuz nedenler olmuş gibi? M.

    YanıtlaSil
  2. Teşekkür ederim. Olumsuzluklar demeyelim de hüzün olabilir belki..

    YanıtlaSil