18 Ocak 2015 Pazar

Universal Studios Orlando'ya gideriken aldı da bir yağmur...

Bugün Orlando'daki maceralarımıza devam eden yazıyı yazmayı planlıyordum. Aslında dün de yazarım dedim önceki gün de fakat pek içimden gelmedi. Bir süredir yazarken komik anları yazıyorum ki kendime de bir eğlence çıksın. Fakat ne göreyim? Gri, bulutlu, kapalı ve yağışlı bir hava. Sabahın erken saatlerinden bu yana yağmur gökyüzünden sonsuz bir biçimde yeryüzüne inen ipler gibi yağıyor. Yeryüzünde dolaşmadan, suyla çözülerek. Anlayacağınız yine bir "yağdı yağmur çaktı şimşek sen de mi şair oldun be eşşoğlu eşek" sendromu yaşıyorum. Elime kahvemi alıp yarı açık pencereden sicim gibi yağan yağmuru, kırmızı tuğlaların ıslanışını, yapraksız dalların evlatlarını evlendirmiş ana babalar gibi yan yana fakat kederli duruşunu izlerken size güneşli, parıltılı, plastik ve rengarenk Universal Studios dünyasının kapılarını aralayacağım. (Bu girişten anlaşılacağı üzere yine kendi kendime verdiğim kısa yazma sözünü tutamayacak gibiyim)

Bir önceki yazım Orlando'da geçirdiğimiz ilk günün akşama kadar olan kısmında soğuk New York'tan sıcak görünce ne olduğunu şaşırıp, mutluluk sarhoşu olanları anlatıyordu. O sarhoşlukla, arabamıza bindik. Yanımda, Gözde'nin yanındayken asla ve asla navigasyon kullanmayacağım, sokakta gezerken her ne olursa olsun metro girişi neredeymiş bakmayacağım yeminli şövalyelerinden Sir CÖY! Yeminini ettiği o kutsal gün tahminen bir sokak ortasında "ya bırak şu telefonu yürüyelim işte yeter bu navigasyon bu kalabalıkta ne haritası gerekirse sorarız" falan cümlesini milyonuncu kere ettiğim günlerden biridir. Fakat nereden bulunduysa, gizli örgüt gecelerinde her ihtimale karşı Nevin Hanım programı telefona yüklenmiş, telefon da arabanın ön camına yaslanmış, üç dakikada bir düşmek suretiyle Sir CÖY'e hizmet ediyor. Eyalet sınırlarının dışına çıktığımızdan olacak yemin bozulmuş olmalı.

(Malumunuz NY eyaletiyle Florida ayrı dünyalar. Sabahleyin uçakan iner inmez kiralık araba için istedikleri günlük sigorta bedeliyle şapşik suratımıza bu gerçek bir yumruk gibi indiğinde henüz çok gençtik ve toyduk ve daha otobandan-Florida Turnpike'tan, geçiş ücretleri için OGS yerine plaka okuma sisteminden, denen her geçişinde eğer hata ettiysek 100dolar ceza vereceğimiz SunPass'ten habersizdik) Neyse, otele gideceğiz bulunduğumuz yerden. Güneş de batmak üzere. Sen sür ben bakarım kendi telefonumdan dedim ilk başta. Sonra midem bulanacak kucağıma baka baka diye vazgeçtim. Sir CÖY, Nevin ile işbirliği içersinde yolunda ilerliyor. Tahminimizden kısa bir süre içerisinde Nevin hanım hedefimize ulaştığımızı belirttiler. Ama ortada "hedef" yok. Burası oteller bölgesi herhalde giriş şurası falan derken biz kendimizi Florida Turnpike denen o girdabın içinde bulduk! Ben kendi kılıcımı devreye soktum ve telefonumdan otele bakıyorum 3 dakika diyor ancak girdiğimiz yoldan hesaplatınca 43 dakika diyor! Artık elimiz mahkum. Otoyoldayız. Ufka doğru gittiğimiz yolda güneş önce solumuza, sonra sağımıza falan geçti hatta sonra ayın doğuşu sağda falan göründü. Bu sırada benim Navi hanım şöyle konuşuyor [SES]. Neyseciğime böyle böyle başlangıçta dibinde olduğumuz otelimize 45 dakika sonra vardık.  Akşam yemeği için de Florida Turnpike'a gireriz anam babam korkusuyla da olsa üçbuçuk dakikalık mesafede, içinde korku tüneli mi başka türlü bir kitlemenin yer aldığı ters duran, garç gurç sesler çıkan evin olduğu yerde yedik.

Nihayet Universal...

Sabahleyin grab and go (yani bizim deyimimizle al ve yürü git) tarzı otel kahvaltısından sonra (muffin, kahve, sentetik peynir ve yağ) Universal'a doğru yola çıktık.
Hayretler içinde kalmamış icap ettiğinden daha otoparkta şaşkına uğradık (!) Devasa otoparkta arabayı nereye koyduğumuzu hatırlayalım diye konan ET tabelasını ezbere aldıktan sonra, hac yolunda ilerliyormuşçasına ilerleyen insanların içinde biz de Universal'ın iki parkına doğru roller coastera falan binemeyeceğimizden emin adımlarla ilerliyor; 3D simülasyonlu "ride" larda başımıza neler gelebileceğinin heyecanını cüzdanlarımızda taşıyorduk. Bu sebepten, yalnızca bir parkı ve teyzelerin, amcaların, dede ve büyükannelerin ve küçük bebelerin gitmeyi terci edeceği Universal Studios'u Universal'ın diğer parkı olan Islands of Adventure'a tercih etmiş olduk. Bunun ceremesini de biletimizi Hogwarts Express'e gösterip de sizin bilet tren için geçerli değil dediklerinde çektik.


Gündüz 11'de girdiğimiz parktan 21'de ayrılırken, dört gere sıraya girmemize rağmen Despicable Me'nin Gru'suyla fotoğraf çektirememiş ancak kendisine el sallamış, Megatron'un gözlerine bakarak "ihaneti sende gördüm sende şiddeti gördüm aşkı gördüm" şarkısını söylemiştim.


3 boyutlu yaşayacağız diye Shrek gösterisinde hareketli koltuğumda enseye üfürüğü, Simpson'da boğaza bebek pudrasını, Minions'da muzu yemiştim. Bidirik bidirik Hogwarts'lı bebelerin, 80 dolara alınmış pelerinlerle ve 35 dolardan başlayan sihirli değnekleriyle ve 45 dolarlık baykuşlarıyla cirit atmasını ve büyü yapışını izlemiş; Dr.Emmet Brown ile sosyoloji bilim mi değil mi ve tezim ne kadar gereksiz diye tartışmış; Scooby Doo ile bir korkunçluğu çözmüştüm.
Sırtını kaşıyan abla,
 sihirli değnekle hayatını değiştirmeye çalışan anne,
Hogwarts'a yeni yazılmış oğlan.


Kitlemecilikten payımıza düşen, ailemizin yeni üyesi minion mataramızla da fotoğraf çekilmemiz dışında, bu güzel günden geriye kalan en önemli hatıra, Transformers sırasında minyon bir kadından, klostrofobik bir el bombasına dönüşmemdir. Dışarda kimseyi görmeyip aha bunda az bekleniliyor diye girdiğimiz sırada gri ve Transformers'la ilgili düğmeler, mekanik parçalar içeren binanın içinde spiral bir mekanda sıra bozulmasın diye yapılan demirlerin içinde bir "exit" görerek ve öndeki beş çocuklu ailenin bireylerinin sırayla çıkardıkları gazlardan- acaba bu da mı stüdyo, bu da mı aksiyon, bu da mı işin, dört boyutun bir parçası- diyerek bir saat nasibimizi aldık.

Dr. Brown: Zaman su gibi akıp geçiyor evlat.
 Dr. Cercioglu Yucel: Şimdi o iş öyle de Dr. Brown, doktoraya başlamaya karar verdiğim ana döndürseniz beni de bi güzellik yapsanız? 

Bu bir saat sonucunda da gelen aracın bu kez koltuk değil ray üzerinde giden araba olduğunu görüp "Ya Ö. ben bunun üstü kapalıysa binemem çok daraldım" diyip geriye çekilmemiz cabasıydı! Ya zaten trene binemiyosun gelmişsin 4d ride a ona da...Mertliğe de b.k süremiyorum. Baktım üstü açıkmış meğer biniyorum dedim. Ya işte böyle gençler ne kadar mühim mevzular değil mi ?

Yanaklarınızdan minion minion öpüyorum. Banannaaaaaaaa!

Gözde Ç. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder