1 Kasım 2010 Pazartesi

turşu suyu ve akranları



Bugün turşu sevenler kulübünü kurmaya karar verdim. "Şehirler ve insanlar" başlıklı veyahut "İstanbul ve Ankara'da bir ben" veya "Aitsizliğin verdiği huzursuzluk" temalarından vazgeçerek turşu konusunda yazmaya karar verdim. Saatlerdir odamda tek başına oturuyorum ve yüzüme makyaj yapmaya, gözlerimin şişkinliğini azaltmaya veya üstüme güzel şeyler giyinip gülümsemeye mecalimin olmadığı bugün de önemli işler yapan veya dünyayı değiştiren insanlardan biri olmadığıma inanıyorum. Hevesle araştırma yapanlardan, makalesini güzelleştirecek bir cümleyle karşılaşınca heyecanlananlardan biri değilim. Ya da bugün için tam olarak hiçbir şey değilim. Sadece bir turşu severim.

Turşuyla ilk tanışmam babaannemin evinde olmuştur. Ya da ben öyle hatırlıyorum. Camın önünde duran kavanozların içinde buruşmuş çoğunluğu yeşil olan şeylerin ne olduğunu çözememiştim ilk başta. Aslında olmamış şeylere aşinayımdır. Olmamış üzümü dilim ve dudağım yara olana kadar emerim. Bu arada da asma yaprağının sapını da yediğim olmuştur sırf ekşi diye. Epeydir yapmamışım bu saydığım şeyleri. Belki de ondan mutsuzum. Neyse turşuyu babaannem kurar. Camın önünde beklerler. Turşuyla özdeşleşme sebebim bu olabilir. Olmak için bekleyen bir şey ve güneşi seviyor. Olana kadar da kapalı tutuluyor ve birinin değerini anlaması için önce kavanozun kapağını açması gerekiyor. Yani dışardan bir kuvvet gerek. İşin felsefesine daha fazla dalmadan babaannemin kurduğu turşuları halamın bir maşayla büyükçe olan kavanozdan çıkarmasını anlatacağım. Çünkü bu sandığınız kadar kolay bir iş değildir. Özellikle de yuvarlak olan domatesleri kavanozdan çıkarmak tam bir meziyettir. Bir de lahanaları çıkarmak ayrı bir olaydır. Çıkarırken koparmamalısınız. Bu sebzelerden ziyade beni bu mucizevi su çerer. Rengini sevdiğimi söyleyemeyeceğim ama kokusunu dudyuğumda dudaklarım hafif karancılanır. Sanki birini dehşetlice öpme isteği duymuş gibi olurum. Ve kepçeyle benim için bir bardaklık turşu suyu çıkarılır "Aman Gözde sakın aç karnına içme" "Dur dikleme mideni deleceksin" nidaları eşliğinde ben çoktan günahımı işlemiş dudaklarımı yalıyor olurum.

Bugün hatıralarım bir yana kendimi "turşu" kelimesini içimden tekrar ederken buldum. Ofisteyim ve yapacak bir şey yok. Tek düşündüğüm turşu. Hatta turşu değil turşu suyu. Limonlusu mu sirkelisi mi makbul demedim kelimeye takıldım. Şu kelimeye bak ya! Delirtir adamı "rşu" bu seslerin yanyana gelmesi bana bir yerden suyun akışını çağrıştırıyor ve içim ferahlıyor. Turşu Frasça bir kelimeymiş. İngilzicesi de "pickle" ama bu pickle daha böyle "mıcırırım ben seni yerim" tadında bir sevimlilik içeriyor. Karşıkonulmaz bir arzu değil. Turşu ve sonuç huşu içindeyim.
Velhasıl biz bu arzumuzu bastırmak için elbette endüstriyel çözümlere yöneldik. ODTÜ kampüsü içersinde turşuya ulaşsak biel sağlıklı bir turşu suyuna ulaşamayacağımızı varsayarak turşu benzeri oluşumları akla getirdik ve nırınırınımmmm işte karşınızda şalgam suyu. Yine bir "ş" sesi egemenliğiyle karşı karşıyayız. Tanrım. Beynimin arama motorlarını tek tek arattım ve sonunda çatı- şalgam suyu eşleşmesi bulundu. Bilmeyenler için Çatı burda kampüste açık büfe bir restoranın adı. Alıyosun alıyosun tabaklara tarttırıyorsun, içeceğini de yandan alıyorsun. Pratik ve ucuz. İçecekler de pazarlama stratejisi olarak içerde sıcaktan bunaldığın ve yiyeceğini tarttırmak için sıraya girdiğin yanında konumlanıyor. Geçen de sırada bekliyordum bir de ne göreyim "aaaaa minik şarap" dedim. Sonra tabii ne şarabı içki satmanın yasak olduğu okulda. Meğer bu fantastik şişe Kaleağası marka Adana menşeli bir şalgam suyu şişesiymiş. İşte beynim arayıp bu görüntüyü orata çıkardı sayın seyirciler! Ve yerimde yaklaşık bir yarım saat daha kıvrandıktan sonra gittim şalgam suyumu almaya. Reyona dalış yaptığımı gören tatlıcı beyin çekik küçük gözleri parladı. Bıcırık küçük bir kızın babaların ve Adanalı ağabeylerin içtiği şalgam suyuna eğilimine şaşırmış olmalıydı. Elimi uzattığım şişenin acısız bir yanındakinin de acılı olduğunu söyledi. Hangisi iyi dedim. Bilmem ki dedi. Acı alıyım dedim. Elimde 0.25 litrelik cam şalgam suyu şişem odama geldim ve bir dikişte şalgam suyumu içtim.
Bugün turşu suratlıyım. Turşumu kursunlar umrum değil. Ayrıca hakkaten turşu gibiyim. Az önce burda görevli Z bey özellikle gelip hasta olup olmadığımı sordu. İyiyim dedim. Yorgun musunuz? dedi. Evet dedim. Sizin için yapabileceğim bir şey var mı? dedi. Teşekkür ederim çok sağ olun dedim. İki cümle söyleyerek içimde yaşadığım yorgunluğu anladığını hissettiren bu adama müteşekkir oldum.
Turşu hakkındaki yazımı yazmaya koyuldum. Bir dahaki sefere bir şişe sirke içerek sarılık olmayı hedefliyorum. Sonbahara da uyar.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder