Kapıyı aç saatler boyu essin rüzgar. Saçlarım yüzümde dolanırken zaman zamana karışarak seni beni bulsun. O “sen” dediğim hep değişirken hep aynı kalmayan “ben” ne bencilliktir ki hep “sen”i değiştiriyor. İşte şimdi o günlerden biri…” Sen, ben değirmenlere karşı, bile bile birer yitik savaşçı/ Akarız dereler gibi denizlere…”
Üstüme bayramlıklarımı almaya gidercesine bu kez annesiz babasız kendi kendime heyecanla uyandırıldım uykumdan. Öyle ya heyecanlı bi gün. Bekliyorum ailemi, sanki tanımadığım insanları davet etmişim de yıllar sonra o malum “ben” le yeniden tanışmalarını bekliyorum. Büyüdüm demek istiyorum. Bakın ben BÜYÜ-M-ÜŞÜ-M! Belki yüzümdeki çizgiler o kadar belirgin değil, belki sesim daha da kalınlaşmadı ama var bende bi büyüklük. Ben bile çözemedim bakın ama sabahın köründe “siyah pabuç” diye yırtınarak topuklu pabuçlarımı ayağıma geçirdiğimde anladım var bende bi değişiklik. Siyah beyaz çizgili bluzum altında bana da değişik geldim “ben” ilk bakışta. Olsun dedim, garip bir hüzün var içimde, çizgili hüzünler tıpkı yıllar gibi birbiri ardına dizilmiş çizgiler vücudumu sarmış. Biri siyah biri beyaz. Yıllar gibi. Siyah-beyaz-siyah-beyaz…si..be..si..Giyindim, kuşandım. Aynaya baktım. Vakit gelene kadar gözlerime birkaç kez kalem çektim. Bir oraya döndüm bir bu yana. Nihayetinde geldi annemler. Arabadan sıra sıra indiklerinde onları karşılıyordum, üzerimde garip bir yorgunluk. Bir ağırlık ki dilime sözcükler gelmiyor. Otellerini bulmak için yanımdan ayrıldıklarından, koluma da bir beyaz çanta geçirerek birkaç telaş atlatarak tanışma fasıllarını atlattıktan sonra daha da yorgun belki biraz da uykulu topuklarımın taşların arasındaki çamurlara, çime saplanmasına şaşarak yürümeye çalışıyorum. Cübbem üzerimde sessiz sakin salınıyor. Bir tek sarı kuşağı kendime benzetiyorum. Ben-im-semeden üzerimdekini, uzun kolları arasından ellerini ilk kez keşfeden çocuklar gibi ellerimi çıkarıyor, arada bir saçımı düzeltiyorum. Sıkkınlık mı gerginlik mi anlayamadığım bir hal var diyorum ara sıra “Somurtma be Gözdecim” diyor birileri, “Bak mezun oluyoruz!” Hafif bir gülümsemeyle başımı diğer yöne çeviriyor, suratımın aldığı şekli dişlerimi sıkarak hissediyorum.
Bir bekleyiş, tören başladı annem siyah beyaz kıyafeti içersinde göründü, üç kuşak kadın siyah beyaz giymişiz. Annem, nenem ve ben. Asabi tavrım üstümde bağır çağır konuşuyorum. Herkese öylesine uzağım ki sanki ne annemleri ne arkadaşlarımı tanıyorum da beni koymuşlar bir yere, yürüyeceğim, neşeleneceğim ve diplomamı alacağım. Kafamdan hatıralar silinmiş, direnişe geçmiş bekliyorum. Hayır şimdi değil, ne olur şimdi bana saldırmayın anılarım. Ne olur, şimdi değil…Yine bekleyiş, yine bekleyiş. Bir tuhaflık var üzerimde. Ayrı gayrı düşmüşüz yakın olduklarımla. Cadı olmaya karar vermişiz ya bölümce, cadı şapkam üzerimde bir o yana bir bu yana gidiyorum. Baş ağrısına, artan mide bulantısına ve açlığıma kulak vererek lise mezuniyetim geçiyor gözlerimin önünden bir an. O gün de yemek yememiştim diyorum. Derken bir fotoğrafçı kareliyor mezunları, beni de çekin diyorum. Tek başına. Bu tek başınalık bende bir tutku olmuş diye geçiriyorum aklımdan. Gülümsüyorum şapkam başımda. Hafif güneş vurmuş yüzüme, akşam saati. Ortalık yavaş yavaş serinliyor. Ben gittikçe üşüyorum cübbemin içinde. Şimdi çıkarım koşmak her şeyi terk edip diyorum içimden. Kaçsam…Rektör konuşuyor, tek kelimesini duymadan duruyoruz. Duysak anlar mıydık orası da ayrı ya, neyse..O, bu, şu derken. İşte zaman geldi çattı. Kapılar açıldı, aileler sahaya! İyice gerginim şimdi? Ya kaçırırlarsa diploma alışımı ya yetişemezlerse? Uff uff! İstemiyorum. Bitsin artık, sıkıldım. Buraya gelin! Ya sarı tabela diyorum niye anlamıyorsunuz? HMM, ben mi yanlış yerde duruyorum? Ya nasıl olur, delirdiniz mi? Ya sarı tabela diyorum sarı! Sosyoloji yazıyor işte oraya gelin!
Geldiniz. Bulduk birbirimizi. Bir sinir bir telaş. Size de yansıttım kusura bakmayın. İşlemiyor işte o tek başınalık bu vakitlerde. Kaçamadım da, sinirimi sizden alıyorum. Gözyaşlarım patır patır düşüyor yere tıpkı düşler gibi kırık cam parçacıklarını andıran. “Niye böyle yapıyorsun kızım? Neyin var?” Başım ağrıyor… Gözde Çerçioğlu. O BENim. Birkaç adım sonra o birkaç saniyelik duruş ve pozla diplomamı almış olacağım. Sahte bir sırıtış. Kendimi dışardan izlemekten yorgun düşmüş bakışlarımla gözlerimi kapatıp kendimi de kapatmak istiyorum. Nafile…Bu curcuna da…Tebrikler, fotoğraflar… Hepsinde gözleri ıslak ve kırmızı gözlü çıkmışım…
Artık mezunum. Kimliğimle birlikte öğrenciliğim de öğrenci işlerinde kalıverdi. Hem de sırayla teslim ettik öğrenciliğimizi. Hayatımızdaki her kimlik gibi birileri tarafından verilip birileri tarafından elimizden alındılar. Hayat şimdi başlıyor diyor babam. Hayırlı olsun diyor bir kişi. Hayırlısı olsun. Kaygılanma diyor bir diğeri, kaygılanma derken -ma yitik, kaygılan baskın çıkıyor. Buruk buruk çarpıyor kalbim ayrılacaklarımı düşündükçe. Yine dayanıp adımlarımı kulağımdaki müzikle attığım yollardan geçip gözyaşlarımı bırakmadım, öykülerimi yazdığım gece yürüyüşlerini yapmadım, sevdalarımı bıraktığım ağaç diplerini, kızıl sonbahar yapraklarını, kalp şekilli sarmaşık yapraklarını okşamadım, sevdiklerimi geleceğin ayrılığıyla öpmedim. Yine dayanıp…Vedaları “ve daha” olarak anlayıp ellerimi geleceğin burukluğundan sallamadım. Yine dayanıp yazdım, dayanmak için yazdım. 2005 ODTÜ Mezunu kızınız, öğrenciniz, arkadaşınız, tanıdığınız, sevdiğiniz, unuttuğunuz, birimiz, hepimiz…mezun kimse:
ütülü cübbenin altında dik durmaya çalışan bedeninin titremesiyle kendini belli edendir mezun, bikaç fotoğrafa yıllarını sığdırıp hüznü koklayandır, yalnızca birkaç kartını değil öğrenci kimliğini kaybedendir, olma durumlarından biri eksilendir, tören kağıdındaki sıfattır mezun, diplomadaki isim, dudaktaki titreme, gözdeki seğirme, şakaktaki eldir mezun..düşüncenin ortası, kapısızlığın kapısı...öyle işte...
Sevgilerimle,
Gözde
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder