İlla karanlık olacaksa kış olsun. Hani bildiğimiz kış: sis, gri hava, kar yağacak umudu, hatta kar tanelerinin kendisi... Olamaz mı? Olabilir.
Sene 2003'tü sanırım. Akşam 10 gibi ODTÜ'deki yurdumdan kaçmıştım. Tabi ki kaçmamıştım zaten çıkmak serbest ama herkes ders çalışıyor haldeyken sen dışarı çıkıyorsan zaten bir nevi kaçaksındır. Final dönemi mi neydi. Kış. O zamanlar ayağımdan çıkarmadığım kahverengi Harley Davidson botlarımı giydim ve bi tanesinin ağırlığı zaten bacağım kadar var. Tabii yine o zamanlar. Eldivenimi taktım. 30 küsür renk beremin arasından yeşil olanını seçtim. Kafama geçirdim. Sükunet içinde çalışan oda arkadaşlarıma da ben gidiyorum dedim. Yurdun beşinci kat merdivenlerinden ne kadar hızla aşağıya indiğimi hatırlamıyorum. Şimdi yazarken şu satırları merdivenleri inerkenki heyecanımı yeniden duydum ve kalbim daha hızlı atıyor. Sanırım o gün gökyüzüne aşık olacak kadar aşk doluydum. Hiçbir korku duymadığım nadir günlerdendi. Çünkü korkudur hayatıma yön veren- korku olarak hissetmesem de yalnızlık olur gelir, hastalıklara duyulan dehşet olarak çıkagelir ya da ayrılık olarak gelir. Sanki kilometrelerce ötede olan birinin damarlarının atışını hissedecek kadar açıktı bütün bedenim. Neyse merdivenlerden sonrasında bir giriş vardır ve girişte oturan ağabeyler ve ablalar vardır. Gece vardiyası onlardadır. Kardeşimin sonradan Üsküdar'daki bir fotoğrafçıya atıfta bulunarak isim taktığı Foto Kenan ağabey artist gibi duruyodu. Ona bi selam çaktım. İyi akşamlar. Karlı merdivenler temizlenmiş fakat "göt üstü" dediğimiz ve her zaman ufak bir gülümsemeyle kullandığımız tabirle düşmeye çok müsaitti. Neyse ki bu kez Mr. Bean liğim üzerimde değildi ve merdivenlerden adam gibi indim. Ama üzerimdeki montu görmelisiniz. Yani mont değil aslında şöyle içi kuş tüyü falan ya da ne bileyim elyaf dolu nefti yeşil normalde insanların dizinin biraz aşağısına gelebilecek ama benim bileklerime yakın bir yerde biten bana iki beden büyük- 20 yaşıma rağmen hala büyüyebileceğim umularak alınmış- bir acayip bi şey. Handiyse "çok giydirilmekten kolları yana açılan" çocuk olacağım. Aman ne özledim o günü şu an ya. Gider ağaçlara sarılır göğe öpücükler gönderirdim. Bariz salaktım ama neşeliydim. Depresyonum bile neşeliydi sanırsam. Neyse merdivenleri inip ara yollardan geçtim. İki yurt binasının arası olsa da ne yapacaksın işte maceraperest bünye bi acayiplik peşinde ve sanki orası gizemli bir yermiş gibi hayranlıkla geçiyorsun. Sonra stadyumun ordaki yoldan yürüyorum ağaçlarda kar ve bir sakinlik. Böyle büyülenmiş gibiyim. Bir yandan zor yürüyorum tabi o üstümdeki şey bacaklarımı açmama engel olduğu için ama deliriyorum. Görsen bi de o an kar başlamasın mı! Yani o derece ki sanki kar da aşktan yağıyor. Bir keresinde bir arkadaşım- her kar tanesini bir melek yeryüzüne taşırmış ve sanırım bu kez ben kar yağmadan onlardan biriyle tanıştım- demişti. İnanmazsın gerçekten benim için. Valla tabii inanmıyorsun ama mutluluktan da kanatların çıkmıyor değil. İnsan kendini beş saniye de melek sansa yeter yani. Ne olacak. Herkes pozitif enerjiyi bulacağım diye yogadır, reikidir, pembe enerjidir, turuncu balıktır derken dünya para harcıyor bari bizim de böyle lükslerimiz olsun. Bi lafa tav olalım. Bu yani hayatı mutlu kılan arkadaş. Yoksa bu yıllar öncesinde kalan ODTÜ basketbol sahasında ışıklar altında tek başına kollarını açan ve kendi etrafında dolaşıp kar taneleriyle konuşan kızı anımsayamazdık. Anımsamasam ve bu kız hala var olsa daha mutlu olurdum ama şimdi burnumda o geceki karın kokusu, yüzümde gecenin soğuğu ve yanaklarımda ve burnumda soğuktan oluşmuş pembelikler var. O kadar ki eldivenlerimin kardan ıslanan haliyle cebimden mendilimi çıkarıp burnumu hissetmeyerek soğuktan akan halini meye çalışırkenki şaşkolozluğum var. Tabii bunlar olurken yine de uhreviyatımıza mola vermeyerek yolda yürümeye devam ediyoruz. (Birinci çoğul şahısa bakmayın hala ben) bi de ne göreyim. Oh my goodnes! Stadyumun orta yerine dikilen çok yaratıcı (!) bir heykel. Demek ki neymiş o zamandan da anlaşılacağı üzere ODTÜ'lünün cinsel organlara olan düşkünlüğü yalnızca tümsek tabelalalarında (hatırlarsanız önceki yazılarımızdan birinde bahsetmiş bu tabelanın üzerine meme çizildiğini söylemiş idik.) kendini göstermiyormuş. Bu seferki heykeltraş(lar)ımız da baya başarılı bir biçimde ataerkil dünyamızı kar malzemesiyle sofistike bir biçimde dile getirmiş. Hem de bildiğiniz iki insan boyutunda falan. Gece itibariyle parıl parıl da parlıyor şaheserimiz.
Neyse havanın karanlığında, aşkla yağan karın uhreviyatında bir kahkaha patlatarak 20 yaşımın şaşkalozluğuyla ve naifliğiyle gecenin içindeki yürüyüşlerime devam ediyorum. Çam ağacının birinin üzerindeki karları üstüme dökmek için dalı hafifçe sarsıyorum ve yaşasın Tanrı'nın karını kendi üstüme yağdırabiliyorum. Bir kez daha kulun avuntusunu yaşayarak geceme devam ediyorum.
( Günlerdir süren Aralık ayında 17 dereceye rağmen Ankara'nın karlarla kaplı anısına sarılmak güzel. Fotoğraf olarak tabii o sofistike eseri koyamadım- zaten yok ama google lar iseniz benzerlerini bulabileceğinize eminim. Öte yandan sizler için seçmiş olduğum fotoğraf da ODTÜ'den.
Havalar nasıl olursa olsun sizin havanız iyi olsun diyerek yazımı parantezler de dahil olmak üzere sonlandırıyorum.)
Kar taneniz (harbici yıldız gibi görüneninden)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder